18 Şubat 2016 Perşembe

BÜYÜK ŞİRKTE CEHALET

Hamd Âlemlerin Rabbi olan Allah’a olsun salât ve selam O’nun Resulüne, ehline, sahabesine ve ona tabi olanların üzerine olsun.

Tevhid ehli ulema arasında sözkonusu dahi edilmeyen, ama günümüz gulat mürcie (tekfir edilen mürcie) tarafından dillendirilerek veya hakkında kitaplar yazılarak genç, yaşlı olsun müslümanları aldatma yoluna giden gruplar çoğalmaya başladı. bu büyük cürüm karşısında susmak dilsiz şeytan olacağından konuyu açıklamak gerekmiştir.

Cehaletin mazeret olduğu şüphesi İbn-i Teymiyye dönemine kadar zahir olmamış ve bunun mazeret olmadığı üzerinde tartışılmadan kabul edilen bir gerçek olmuştu. Zaten bu şüpheyi ortaya atanlar İbn-i Teymiyye’den önceki âlimlerden kendilerine delil getirememektedirler. Bu bidat ehli, İbn-i Teymiyye’nin anlamadıkları sözlerini ve ondan sonra bu bidati devam ettiren âlimlerinden delil getirmektedirler.

Bu şüphe, irca ehlinin sapıttığı konu ve en büyük imtihanları oldu ve olmaya da devam ediyor. Öyle oldu ki; bu irca ehli, müşrik ve mürtedlerin hatta tağutların bile cehaletlerini mazeret görerek onları kardeşler edindiler. Allah’ın şeriatini kaldırıp kendi kanunlarını koyan tağutları veli edinerek bunları emir sahipleri ilan edip bunların etrafında toplanmaya başladılar. Bu tağut ve müşrikleri tekfir edip bunlarla savaşanları harici ilan ettiler ve bunları öldürmenin vacip olduğu fetvalarını verdiler. Öyle kötü bir hal aldılar ki; bu tağutların bayrakları altında Muvahhid ve Müslümanlarla savaşır oldular.

Cahil Müslüman dediği tağutların bayrağı altında bunları mazeretli görmeyen muvahhidleri öldürmeye başladılar. Bu anlayış sayesinde tağutlar cahil Müslüman olurken, bunları mazeretli görmeyenler harici ilan edildiler. Bu konu asrımızın en büyük ve en önemli meselelerinden biri haline geldi. Nasıl olmasın ki; Müslümanların harici, tağutların emir sahipleri ilan edildiği bir anlayış, dinin tersine döndürüldüğü bir anlayıştır. Buna eğilmek ve bunu ilmi olarak reddetmek her ilim talebesine vaciptir.

Büyük şirk ve zahir meselelerde cehaletin mazeret olduğunu iddia edenler Kur’an, sünnet ve icmaya aykırı bir görüş ortaya atmışlardır.

Şeyh Abdullah bin Abdurrahman Ebu Batin şunları söyler: Küfür işleyenin tevil sahibi, müctehid, hatalı, taklitçi veya cahil olduğunu söyleyip bunların mazeretli olduğunu söylemek; Kur’an, sünnet ve icmaya terstir. (El-İntisar li hizbillah el-Muvahhidin fi Akide el-Muvahhidin, Sh.25)

Bu konuda çok fazla ihtilafa girip buraya uygun olmayacak derecede sözü uzatmak burada uygun olmayacaktır. bu konudaki hem akidemizi beyan etmek hem de konuyla alakalı delil aldığımız birkaç ayet, hadis ve ulema sözüne yer vererek bu konuya izah getirmeyi murat ettik. Daha fazla detay isteyenler konuyla alakalı ulemanın sözlerine veya bu konuda yazılmış olan eserlere bakabilirler.

Bizim için kaynak, muayyen bir âlim olmadığı için bir âlimin fetvalarına takılıp kalmak bu işe çözüm üretmeyecektir. Bizim ölçümüz Kur’an, sünnet ve icmadır. Bu kaynakları da selefimizin ve imamlarımızın anladığı gibi anlarız.

Şeyh İshak bin Abdurrahman şöyle dedi:
İslam dininde bilinmesi gereken zaruri meseleler ve dinin asıllarında kaynak; kitab,sünnet bir de ümmetin itibar ettiği sahabe icmasıdır. Kaynak hiçbir zaman muayyen bir âlim olamaz. (Hukmu Tekfir el-Muayyen fi Akide el-Muvahhidin, Sh.170-171.)

Bunlar senin yanında sabit olduktan sonra bu mürtedlerin tekfiri için Kur’an’ın başından sonuna kadar bak. Bu ayetlerin anlamları için imamların ve tefsircilerin sözlerine bak. Eğer münafıklardan biri seninle mücadele edip bu ayetlerin kâfirler hakkında indiğini iddia ederse ona şunu söyle: senden önce ilim ehlinin evvelinden ahirine kadar herhangi birisi bu ayet umum ifade etmez veya bu ayet Müslümanım dediği halde bunları yapanları kapsamaz diyen biri var mı? Senden önce bunu kim söyledi. (Ed-Durer es-Seniyye, Cilt 10, Sh.58)       

 Şeyh Abdullah bin Abdurrahman Ebu Batin şöyle dedi:
Önceki müşrikler hakkında inen ayetler onların yaptığını yapanları kapsamaz diyenin sözü büyük bir küfürdür. Bunu ancak cehalete batmış öküz birisinden başkası söylemez. Kuran ve sünnette zikredilen hadler geçmiş insanlar için olduğunu söylüyor mu? Bugün artık zina edenin olmayacağını, hırsızın elinin kesilmeyeceğini ve benzeri şeyleri söyler mi? Hatta bu sözler bahsedilmesi bile utanç verici sözlerdir. Namaz, zekât ve İslam şeriatinin diğer farzlarının tarihi bitti ve kuranın hükümleri iptal mi oldu?  (Ed-Durer es-Seniyye, Cilt 10, Sh.418.) 

Büyük şirkte cehaletin mazeret olmadığını ifade eden başlıca ayetler şunlardır.
 
 BİRİNCİ DELİL: "Eğer Allah’a ortak koşanlardan biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah’ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir." (Tevbe 6)

İbni Teymiyye -Allah O’na rahmet etsin- şöyle der: Şirk ismi peygamber gelmeden önce bile şirki işleyene sabit olur. Çünkü o rabbine şirk koşmakta ve başkasını onun yerine koymaktadır. (Mecmu el-Fetava, Cilt 20, Sh.38.)

Bu ayeti kerimede Rabbimiz azze ve celle henüz Allah’ın kelamını işitmeyen birilerine bile içinde oldukları hali anlatarak, onların müşrik olduklarını bildirmektedir. Şirk işleyen birisine başka hangi isim verilebilir ki. Allah azze ve celle cahil olmalarını, onların müşrik olmalarına engel saymamıştır. Bilakis onları hem cahil hem de müşrik olarak vasıflandırmıştır. Zaten bütün müşrikler cahil değiller midir? Rabbini tanıyan biri ona şirk koşabilir mi?

İKİNCİ DELİL: Allah (cc) şöyle buyuruyor. “Yine bunun gibi, Allah’a ortak koşanların çoğuna, koştukları ortaklar, çocuklarını öldürmelerini güzel gösterdi ki; onları helâke sürüklesinler ve dinlerini karıştırıp onları yanıltsınlar. Eğer Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. Artık sen onları uydurdukları ile baş başa bırak.” (En’am: 137)

(İslam dininde bilinmesi gereken zaruri meseleler ve dinin asıllarında kaynak; kitab, sünnet bir de ümmetin itibar ettiği sahabe icmasıdır. Kaynak hiçbir zaman muayyen bir âlim olamaz.)

Şirk ismi peygamber gelmeden önce bile şirki işleyene sabit olur. Çünkü o rabbine şirk koşmakta ve başkasını onun yerine koymaktadır.
Allah azze celle ayette söz konusu olan kişileri, kendilerine risalet ulaşmaması ve fetret ehli olmalarına rağmen müşrikler olarak isimlendirmiştir. Ayrıca Allah azze ve cellenin “süslü gösterdi” ve “dinlerini aleyhlerine olacak şekilde bozup karmakarışık etmek için” sözleri; söz konusu kavmin işlemiş oldukları amelleri hak olarak gördüklerini ve şirk olmadığını zannettiklerini, ileri gelenlerinin ise onları saptırmak için şirki hak olarak gösterdiklerini ortaya koymaktadır.  Buna rağmen Allah azze ve celle onların bu cehaletlerini mazeret olarak değerlendirmedi ve ortaya koydukları amellere göre onlara hükmetti. Yani onları müşrik olarak vasıflandırdı.

ÜÇÜNCÜ DELİL: “İlimsiz olarak sefihlikle (kız) çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine (helal olarak) rızık verdiği şeyleri Allah’a iftira ederek haram yapanlar, muhakkak ki ziyana uğradılar. Onlar gerçekten saptılar ve doğru yolu da bulacak değillerdir.” (En’am 140)

Onların çocuklarını akılsız ve bilgisizce öldürdükleri halde Rabbimiz azze ve celle onları işlemiş oldukları suçta mazeretli saymamış bilakis sapık ve hidayeti bulamamış mücrimler olarak vasfetmiştir. Allah azze ve cellenin şu sözü de bu delile eklenebilir:

“Onlar, ilmini kavrayamadıkları ve henüz yorumu da kendilerine bildirilmemiş olan şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böylece yalanlamışlardı. Zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak.” (Yunus: 39)

Allah azze ve cellenin şu ayeti de bu şekildedir:
“Nihayet (hesap yerine) geldikleri zaman Allah Teâlâ şöyle der; “Ayetlerimi,  hiçbir bilgiyle kavramadığınız halde yalan mı saydınız? Yoksa ne idi o yaptığınız?” (Neml: 84)

DÖRDÜNCÜ DELİL: “Kitap ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar küfürlerinden ayrılacak değillerdi.” (Beyyine: 1)

İşte bu Ayet-i Kerime, Rasulullah (s.a.s)’ın gönderilip Kur’an’ı insanlara açıklamasından önce, insanların küfür ve şirkle vasıflandırıldığını açık bir şekilde ispat etmektedir.
Ayette geçen “münfekkiin” kelimesini Kurtubi şöyle açıklamıştır: “Yani küfürlerini bırakacak değillerdi.” (Kurtubi Tefsiri)

İbni Teymiyye rh. şöyle der:
İmam Beğavi tefsirinde şöyle der: “(Onlara apaçık bir delil gelinceye kadar) Küfürlerini ve şirklerini bırakacak değillerdir.” sözü gelecek kalıbındadır, manası ise geçmişi ifade etmektedir. Yani; ta ki onlara beyyine (apaçık deliller) gelinceye kadar.
“Beyyine” yani “apaçık deliller”, Muhammed (a.s)’ dir. Onlara Kur’an’la gelmiş ve içinde bulundukları sapıklığı ve cehaleti açıklayıp onları imana davet etmiştir. Böylece Allah (c.c), rasulü vasıtasıyla onları cehalet ve sapıklıktan kurtarmıştır.” (Mecmu el-Fetava, Cilt 16, Sh.483-486.)

Allah (c.c) bu ayette risalet hücceti gelmeden önce şirk işleyen Araplara ve küfür işleyen ehli kitaba kâfir ve müşrik hükmünü vermiştir. Yani bir kişi şirk işlerse müşrik olduğuna hüküm verilir. Bu hüküm zahire göre verilen bir hükümdür ve insanlar bu zahiri durumlarına göre dünyadan ayrılırlar. Tabi ki bu hüküm verilirken; kişinin ilmine, kendisine ilmin ulaşıp ulaşmadığına, inat edip etmediğine, cehaletine, taklidine, kendisine hüccet ikame edilip edilmediğine bakılmaksızın verilen bir hükümdür. Zira ister hüccet kendisine ikame edilsin ister edilmesin, ister cahil olsun ister olmasın, ister inat ederek yapsın, ister inat etmeyerek yapsın, kim şirk işlerse dünyada zahire göre müşrik hükmünü alır.

BEŞİNCİ DELİL: Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler. Yahut “Daha önce babalarımız Allah’a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk edecek misin?” dememeniz için (böyle yaptık). (Araf 172-173)

Bu ayetin tefsirinde İmam Kurtubi: “Tevhid konularında mukallide hiçbir özür yoktur” demektedir. (Kurtubi tefsiri clt7 sf 319) 

ALTINCI DELİL: O, bir gurubu doğru yola iletti, bir guruba da sapıklık müstehak oldu. Çünkü onlar Allah’ı bırakıp şeytanları kendilerine dost edindiler. Böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar. (Araf 30)

İmam Beğavi bu ayetin tefsirinde : “kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar.” Bu ayeti kerime, kendisini Allah azze ve cellenin hak dininde olduğunu zan eden (cahil), (bilerek) inkâr eden veya inat eden arasında hiçbir fark olmadığına delildir. (Beğavi tefsiri clt 2 sf 188)

İbn-i Cerir et-Taberi bu ayetin tefsirinde şunları söyler:
Kendilerine sapıklık hak olmuş fırkanın Allah’ın yolundan sapmasının sebebi, Allah’ı bırakıp şeytanları dost ve yardımcı edinmeleri ve üzerinde bulundukları hatayı cahilane devam ettirmeleridir. Hatta onlar kendilerinin hidayet ve hak üzere olduğunu, doğru olanın da kendi yaptıkları olduğunu zan ederler. Bu ayeti kerime, yapmış olduğu günahı bilerek veya Rabbine inatla yapmadığı müddetçe, işlemiş olduğu bir masiyetten veya sahip olduğu sapık akideden ötürü azap edilmez diye iddia edenlerin hata yaptıklarına dair en açık delildir.
Eğer durum onların söylediği gibi olmuş olsaydı kendisini hidayette zan eden sapıklar ile gerçekten hidayette olanlar arasında fark olmayacaktı. Allah azze ve celle bu ayeti kerimede hem isimlerinin hem de hükümlerinin aynı olmadığını beyan etmiştir. (Taberi tefsiri clt12 sf 388)
 
YEDİNCİ DELİL: Onlara (müşriklere): Allah’ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, “Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız” dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler? (Bakara 170)

Allah’ın ayette bahsettiği bu müşrikler babalarını taklid etmekle yetindiler ve peygamberlere iman etmekten yüz çevirdiler. Hâlbuki babaları insanların en cahilleri  ve aynı zamanda en sapıklarıydı.

SEKİZİNCİ DELİL: Yüzleri ateşte evirilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygamber’e de itaat etseydik! derler. Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yolda saptırdılar, derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov. (Ahzab 66-67-68)

İmam Taberi bu tefsirinde Katade’den rivayetle şunları söyler:
“Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk” yani şer ve şirkte reislerimize tabi olduk.
Yine İbn Zeyd’den rivayetle şunları söyler:
“Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk” onları saptıran, ümmetin önderleriydi. (Taberi Tefsiri, Cilt 20, Sh.331.)

DOKUZUNCU DELİL: Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. (Yusuf 40)

İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde şunları söyler:
“İnsanların çoğu bilmezler” işte bundan ötürü insanların çoğu müşriktir.
Daha sonra o ikisine beyan etti ki onların taptıkları ve ilah olarak isimlendirdikleri şeyler ancak kendi cahilliklerinden kaynaklanmaktadır. (İbni Kesir Tefsiri, Cilt 4, Sh.390.)

Yani cehalet, şirk işleyene mazeret olmadığı gibi bütün şirk, küfür ve münkerin de temel kaynağıdır. Allah subhanehu ve teala, insanları cahillikleri sebebiyle işlemiş oldukları şeylerden ötürü müşrik sayarken birileri hala bu müşrikleri işlemiş oldukları şirklerine rağmen suyun tersine
gittiği gibi Kur’an’ın tersine giderek cahil müşrikleri mazeretli Müslüman saymaktadırlar.

ONUNCU DELİL: (Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i (İsa’yı) rabler edindiler. Hâlbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka İlah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır. (Tevbe 31)

Şeyh Abdullah bin Abdurrahman Eba Batin bu ayetin tefsirinde şunları söyler:
Onlar, yaptıkları eylemlerinin ibadet olduğunu bilmedikleri halde, Allah Subhanehu ve Teâlâ onları cahilliklerinden ötürü onları mazeretli saymamış bilakis onları kötüleyerek müşrik olarak isimlendirmiştir. (Ed-Durer es-Seniyye, Cilt 10, Sh.193.)

ONBİRİNCİ DELİL: Eğer onlara, (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette, biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile O’nun âyetleriyle ve O’nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz? (Boşuna) özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir gurubu bağışlasak bile, bir guruba da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz. (Tevbe 65-66)

Şeyh Süleyman bin Abdullah bu ayetin tefsirinde şunları söyler: Bir adam bir küfür ameli işler ve onun küfür ameli olduğunu bilmezse bile bundan dolayı mazeretli sayılmaz bilakis bunu işlediği için tekfir edilir. (Teysir el-Aziz el-Hamid Şerh Kitab et-Tevhid, Sh.639.)

Cehalet Mazeret Olmuş Olsaydı Cahil Hristiyan Rahiplerin de mazur olması gerekirdi.

ONİKİNCİ DELİL: “De ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? (Bunlar;) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir. (Kehf 103-104)

İbni Munde (395 h. vft) Tevhid kitabında şunları söyler:
Allah azze ve cellenin marifetinde ve vahdaniyetinde hata eden müçtehit, inatçı gibidir. Allah azze ve celle onların sapıklığını ve inadını şu ayeti kerimede beyan etmektedir.

“De ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? (Bunlar;) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir. (Kehf 103-104)

ONÜÇÜNCÜ DELİL: Enes r.a’dan rivayet edildiğine göre bir adam Peygamber efendimizin yanına gelerek;
- “Benim babam nerededir? Diye sordu.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki:
-“Ateştedir.” Adam dönüp gidince onu geri çağırıp şöyle dedi:
-“Benim babam da senin baban da ateştedir. (Müslim, Hadis No:347.)

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin babası cahiliye dönemi insanlarındandı. O döneme cahiliye dönemi denilmesinin sebebi de cehaletin çokluğundandır. Buna rağmen peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, onları cahil oldukları halde mazeretli saymamış bilakis ateşte olduklarıyla hükmetmiştir.
Bununla birlikte selef, kendilerine hüccet ikame edilmeden önce de onların müşrik ve kâfir olduklarında, Müslüman olmadıklarında ittifak etmiştir. Fakat kendilerine hüccet ikame edilinceye ve Resul gönderilinceye kadar işlemiş oldukları küfür ve şirk sebebiyle azaba uğratılıp uğratılmayacakları konusunda selef âlimleri ihtilaf etmiştir.

İshak bin Abdurrahman şöyle der: Kendilerine peygamber ve Kur’an ulaşmamış ve cahiliyede ölmüş fetret ehli, icmaa ile Müslüman olarak isimlendirilmez ve onlara mağfiret dilenmez. İlim ehli ancak onların ahirette azap görüp görmeyeceğinde ihtilaf etmişlerdir. (Hükmi tekfir el-Muayyen fi akideti el-Muvahhidin, Sh.171.)

ULEMADAN BAZI NAKİLLER 

Abdullah Ebu Batin şunları söyler:
Yahudi ve Hıristiyanları tekfir etmeyen veya küfürlerinde şüphe duyanların tekfir edileceğinde Müslümanlar icmaa etmişlerdir. Ve biz kesinlikle biliyoruz ki onların (yahudi ve hıristiyanların) çoğu cahildir. (El-İntisar li Hizbillah el-Muvahhidin fi Akideti el-Muvahhidin, Sh.23.)

Şeyh Abdulvehhab Allah ona rahmet etsin şöyle der:
İslam’a yeni girmiş, İslami toplumdan uzak bir beldede yaşamış veya sarf ve atf gibi dinin gizli konularından cahil olup hüccet ikame edilmemiş olanlara anlatılmadan tekfir edilmezler. Lakin Allah subhanehu ve tealanın kitabında açıklamış ve hüküm beyan etmiş olduğu dinin asıllarında hüccet Kur’an’dır. Kime Kur’an ulaşmışsa ona hüccet ulaşmıştır. Fakat asıl sorun, sizler hücceti ikame etmek ile hücceti fehm etmek arasını ayıramıyorsunuz. Müslüman münafıklarının ve kâfirlerin çoğunluğu onlara hüccet ikame edildiği halde hücceti anlamamışlardır. Allah azze ve cellenin dediği gibi: 

“Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut akledeceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” (Furkan 44) hücceti ikame etmek ayrı bir şey, hüccetin onlara ulaşması ayrı bir şey, hüccet ikame edildiği halde onu anlamaları ayrı bir şey ve anlamadıkları halde hüccet onlara ulaştıktan sonra küfretmeleri ayrı bir şeydir. (Risaletu tekfiri el-Muayyeni fi akideti el-Muvahhidin, Sh.175.)

Kendisine davet ulaşmamış olan kişilerin Allah hakkındaki cehaletinin küfür sayılacağı konusunda Mervezi (v. 294), “Ta’zimu Kadr’is Salât” adlı eserinde hadis ehlinden bir cemaatin şöyle dediğini nakletmektedir:

“Allah’a dair ilim, iman; O’nun hakkındaki cehalet ise küfürdür.”
Bunun gibi farzlarla amel etmek, imandır; ancak bunlar; farz kılınışlarından önceki cehalet küfür değildir ve bunları nazil olduklarından sonra da bunları yerine getirememek de küfür değildir. Çünkü Resulullah’ın (s.a.v) ashabı, Allah, elçisini onlara ilk gönderdiği sırada Allah’a imanlarını ikrar ettiler. Lakin bundan sonra kendilerine farz kılınan bazı hususlarla amel etmediler. Ve bu farzlara dair cehaletleri de, küfür olmadı. Akabinde Allah (c.c) onlara farzları indirdi. İşte bu farzları ikrar etmeleri ve onları yerine getirmeleri iman oldu. Onu inkâr eden ise Allah’ın haberini yalanladığı için, kâfir olur. Şayet Allah’tan bir haber gelmemiş olsaydı sırf buna dair cehaleti sebebiyle hiç kimse kâfir olmazdı. Bu bağlamda haberin gelişinden sonra Müslümanlardan bunu duymayan olursa bu
cehaleti sebebiyle gene kâfir olmamaktadır. Ne var ki Allah’a dair bilgisizlik (cehalet) her halükarda küfürdür. Bu, ister haberin gelişinden önce olsun ister sonra.” (Mervezi, Tazim’u Kadr’is Salat, 2/520.)

İbn Kayyım rh. bu konuda şöyle söylemektedir;
Allame İbn Kayyım, Tarik’ul Hicreteyn adlı eserinde mükelleflerin ahiretteki tabakalarını anlattığı yerde 17. Tabakayı şu şekilde izah etmektedir:

On yedinci Tabaka: “Bu tabaka, Mukallitler, cahil kâfirler, tabiileri ve onlara tabi olup onlarla beraber hareket eden eşeklerinden oluşur. Bunlar şöyle derler: ”biz babalarımızı bir din üzere bulduk ve bizde onların izinden gidenleriz”. Fakat bununla beraber bunlar Müslümanları kendi hallerine bırakmış ve onlara savaş açmamışlardır.  Örneğin Müslümanlara karşı savaşanların kadınları, hizmetçileri ve onların yaptığı gibi Allah’ın nurunu söndürmeye, dini yıkmaya ve kelimesini kökünden söküp atmaya çalışmayan tabileri gibi. Bilakis bunlar hayvan mesabesindedirler.
Muhakkak ki İslam ümmeti, bunların, kendi lider ve önderlerini taklit eden cahiller olsalar dahi kâfir oldukları hususunda ittifak etmiştir.

Ancak bidat ehli olan birbirinden şöyle bir görüş hikâye edilmiştir: ”Bunların ateşe gireceklerine hükmedilemez.” Diyerek bunları, davetin ulaşmadığı kimseler konumuna sokmuştur.  (Burada bahsedilen bidatçı, Mutezile’nin imamlarından Cahız’dır.)
Şüphesiz ki, bu görüş, sahabe, tabiin ve onlardan sonra gelmiş olan Müslümanların imamlarından hiç kimsenin söylemediği bir görüştür. Ancak bu, İslam’a sonradan bidat çıkaran kelam ehlinden bazılarının görüşüdür.

İslam: Allah’ı birlemek, sadece O’na ibadet etmek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, Allah’a ve Resulü’ne iman etmek, Resulün getirdiklerinde ona tabi olmaktır. Kul bunu
yapmadığı sürece Müslüman olamaz. Eğer inatçı bir kâfir değilse de, cahil bir kâfirdir.

Netice olarak bu tabaka ehli, inatçı olmayan cahil kâfirdirler. Şüphesiz ki bunların inatçı
olmamaları, kâfir olmaktan onları kurtarmaz. Çünkü kâfir, Allah’ın birliğini inkâr eden ve
Resulü yalanlayan kimselerdir. Bu bazen inatçı olmaktan kaynaklanır, bazen de cehaletten ve inat ehlini taklit etmekten kaynaklanır. İşte ikinci kısımdakiler, her ne kadar inatçı
olmasalar da inatçı olanlara tabi olmuşlardır.

Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde Allah’u Teâlâ, kendi geçmiş ataları olan kâfirleri taklit
edenlerin azap edileceklerini, tabi olanların tabi oldukları kimseler ile beraber cehennemde
olacaklarını ve orada tartışacaklarını haber vermektedir. Tabi olanlar şöyle diyecekler:
”…Ey Rabbimiz, işte bunlar bizi saptırdı, onlara ateşten bir kat daha azap ver. (Allah) buyurur ki: ”Her biri için bir kat (azap) vardır. Fakat siz bilmezsiniz.” (Araf 38)

Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara, “Biz size uymuş kimselerdik. Şimdi şu ateşin bir kısmını üzerimizden kaldırabilir misiniz?” derler.
Büyüklük taslayanlar ise şöyle derler: “Biz hepimiz ateşin içindeyiz. Şüphesiz Allah,
kullar arasında (böyle) hüküm vermiştir.” (Mü’min 47-48)

İnkâr edenler dedi ki: “Biz kesin olarak, ne bu Kur’an’a inanırız, ne ondan önceki (indirile)ne.”Sen o zulmedenleri, Rableri huzurunda tutuklanmış olarak görsen; sözü (suçlamaları) birbirlerine karşı evirip çevirir (birbirlerine yöneltirler). Müstaz’aflar, büyüklük taslayanlara derler ki: “Eğer sizler olmasaydınız, gerçekten bizler mü’min (kimse)ler olurduk. Büyüklük taslayanlar, müstazaflara dediler ki: “Size hidayet geldikten sonra, sizi biz mi ondan alıkoyduk? Hayır, siz (zaten) suçlu, günahkârlardınız. müstazaflar da büyüklük taslayanlara: “Hayır, siz gece ve gündüz hileli düzenler (kurup) bizim Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı bize emrediyordunuz” dediler. Azabı gördüklerinde pişmanlıklarını saklarlar; biz de inkâr edenlerin boyunlarına halkalar geçirdik. Onlar, yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı? (Sebe 31-32-33) (Tarikul Hicreteyn (İki Hicret Yolu), 17.Tabaka. Sh.411.)

İmam Ebu Hanife rh. Şöyle demektedir:
Tevhid ilminin inceliklerinden bir mesele kişi için içinden çıkılmaz bir hal alırsa, ona düşen bir âlim bulup da ona soruncaya dek Allah katında doğru olan neyse ona inanmasıdır. (Yani ya Rabbi, senin katında doğru neyse ben ona inanıyorum demesidir.)  Bu konunun araştırmasında geciktirme yapması caiz değildir. Eğer bu hususta duraksarsa yani sonra araştırırım derse mazur olmaz ve kâfir olur. ” (Fıkhul Ekber, Sh.70.)

İmam Karrafi rh. şöyle diyor:
“Bilmelisin ki cehalet iki kısımdır. Bil ki; Şeriat sahibi bir kısım cehaletlerde müsamahakâr davranıp işleyeni affetmişken  bir kısım cehaletlerde ise işleyeni affetmemiştir. Affedilen cehaletin kuralı, genellikle sakınılması çok zor olan cehaletlerdir. ...Sakınılması zor ve meşakkatli olamayan cehaletler ise affedilmemiştir. 

Şeriat sahibi, dinin asıllarının itikatla ilgili meselelerinde çok şiddetli davranmıştır. Şöyle ki, Eğer bir insan çaba harcayıp tüm gücünü ortaya koyduğu halde, Allah’ın sıfatlarından bir sıfatta veya dinin asıllarından olup itikat edilmesi vacip olan bir meselede, cehaletini kaldıramazsa, iman edilmesi gereken bu itikadı terk etmesiyle, -meşhur görüşe göre- ateşte ebedi kalacak olan günahkâr bir kâfirdir. (Risaletu tekfiri el-Muayyeni fi akideti el-Muvahhidin, Sh.175.)

Kadı İyad ise şöyle demiştir; “Küfürde hiç kimse cehaletle mazeretli değildir.”  (Mervezi, Tazim’u Kadr’is Salat, 2/520.)

Cehaletin mazeret olduğunu söylemek şunları gerektirir:

1 - Yahudi ve Hıristiyanların avamının cehaletlerinden ötürü mazeretli olması gerekir ki bunların küfrü Kur’an’la sabittir inkâr eden kâfir olur.
2 - Allah’ı, rububiyyetini, uluhiyyetini, isim sıfatlarını, Peygamber efendimizi, Kur’an’ı veya dinin en temel prensiplerinden birini bilmeyen ve bilmediği içinde inkâr eden birisinin mazeretli olması gerekir.
3 - Budistlerin, hinduların, komünistlerin, ateistlerin, laiklerin, demokratların ve İslam’la yakından uzaktan alakası olmayan cahillerin mazeretli olması gerekir.
4 - Kendisine Müslüman dediği halde dini bilmediği için şirk ve küfür işleyenlerin mazeretli olması gerekir.

Yani özetle islam dinine girmiş tevhidi kavramış insanlar hatalarından ötürü cehenneme
girerken, İslam’la hiç alakası olmayanların, dinden yüz çeviren mürtedlerin, müşrik ve asli kâfirler cahil olduğu için cennete girecekler. Yani dinini öğrenen cehenneme, öğrenmeyen cennete gidecek. Bunun batıllığı hem akli hem de nakli olarak sabittir. Sözün fazlası aptallar içindir. Zeki olana bu kadar nakil yeterlidir.

İmam Şafi rh. ne de güzel söylemiştir;
“Eğer cahil cehaletinden dolayı mazur olsaydı, cehalet ilimden hayırlı olurdu.”

Bütün bu nakillerden anlamaktayız ki dinin asıllarından olan ve dinde bilinmesi gereken zorunlu konular da bilgisizlik mazeret olmamaktadır.

Özet olarak cehalet konusunda İslam âlimlerin söylemiş oldukları şudur;
Büyük küfür veya büyük şirk işleyen hiçbir şekilde hiçbir kimse bilgisizliğinden ötürü mazeretli değildir. İşlemiş olduğu suça göre ismini alır. Allah’ın dışında birilerine kurban kesen, kabir veya evliyalardan yardım dileyenler, kanun koyup teşride bulunanlar gibi. Bunar cahil, te’vilci veya hatalı olsalar bile Şirk işlemiş ise müşrik, küfür işlemiş ise kâfir ismini alırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder