1 Ocak 2016 Cuma

CEVŞEN-UL KEBİR (Reddiye)


"Cevşenin Kaynakları" adlı zırvaya reddiye

Cevşen-ül kebir duası ile alakalı bir kişi bu sitenin linkini (http://www.cevsen.de/cevsen-nedir/sual-ve-cevaplar/31-cevsenul-kebir-duasinin-kaynagi-nedir.html ) bizimle paylaştı.

İnsanların akidesini ifsad eden bu siteye cevap vermek icap etmiştir

Sitede deniliyor ki;

Cevşenü’l-Kebîr “Amelî hüküm” içeren bir metin değil; feyizli bir münâcâttır. Vahye dayanan eşsiz bir tefekkür ve zikir kaynağıdır.


-SubhanAllah. Cevşen’in vahye dayandığı iddia ediliyor. İleriki satırlarda “vahyi zımni” olarak açıklanan bu cümleye çok şaşırdık. Çünkü literatürdeki mevcut kudsi hadisler/gayr-i metluv vahiyler/sarih vahiyler/sahih sünnetler ortada iken ve onların içerisinde cevşen yok iken, site zımni vahiy demiş. Böyle bir şeyi kabul etmek, yani “Allah söylemiş gibi görünen” küfürdür.


Sitede deniliyor ki;

Hazret-i Cebrâil (as) tarafından Peygamber Efendimiz’e (asm) “vahy-i zımnî” tarzında tâlim ve tebliğ edilen ve “zırhı çıkar, onun yerine bu Cevşeni oku!” buyurulan bu kuvvetli münâcâtı—Cevşenin, kelime mânâsı da “zırh” demektir.— Hazret-i Ali (ra), bizzat Peygamber Efendimiz’in (asm) mübârek dilinden yazmış ve rivâyet etmiştir. Böylece Peygamber Efendimiz (asm) vahiyle aldığı bu mânevî zırhı, ümmete hediye bırakmıştır.


-Bu paragrafta üç hususa dikkat etmemiz gerekmektedir:

Cevşenin ilk yer aldığı kitap şii yazar İbrahim el-Kef’amî’nin (ö.905/1499) el-Beledu’l-Emîn (s. 326) kitabıdır. Bu kitaptaki duaya bazı açıklamalar getiren şii alim Şeyh Abbas El Kummi’nin bildirdiğine göre bu dua Uhut savaşı sırasında Cebrail tarafından Resul-i Ekreme “büyük kalkan” manasında bir mükafat olarak verilmiştir. Yani cevşenin Uhud Harbinde getirildiği iddia ediliyor. Halbuki biz biliyoruz ki Uhud Harbinde İbn Kamîe, Peygamber’in yanına kadar sokulup bir kılıç darbesiyle onu yüzünden yaraladı, aldığı darbenin etkisiyle Peygamber’in miğferi ikiye bölününce halkaları yüzüne battı. Utbe b. Ebû Vakkās’ın attığı taşla alt dudağı yarıldı ve bir dişi kırıldı. Abdullah b. Şihâb’ın darbesiyle de alnından yaralandı. Anlaşılan o ki vahy-i zımni olduğu iddia edilen cevşen koruma/kalkan olma görevini yerine getirememiş.
Uhud Harbinde Peygamber’in çift zırh giydiğine dair cevşenin senedinden daha kuvvetli senedi olan rivayetler mevcuttur. Yani Peygamber vahy-i zımni olarak gelen “üzerindeki cevşeni çıkar” emrinin tersi olarak çift zırh giymiştir.
 
Peygamberin bu manevi zırhı ümmetine hediye bıraktığı iddia ediliyor. O halde Hz. Peygamber hayattayken ve sonrasında, duanın sebeb-i vüruduna (harb, sıcaklık, musibetler vs.) benzer sayısız hâdiselerle karşılaşmış olan Müslümanların bu duayı yaygın bir şekilde kullanmış olmaları beklenir. Halbuki cevşen, bu hâdiseler esnasında hiç söz konusu edilmemiş ve Nurcular dışında sünnî veya şîî olsun asırlarca ondan habersiz kalmış görünmektedir.


Sitede deniliyor ki;

Hadis kitaplarının her birinin, bütün sahih hadislerin ve sıhhatli rivayetlerin hepsine yer vermesi teknik olarak mümkün değildir. Zaten hiçbir Muhaddisin, kitabında her sahih hadise yer verdiği şeklinde bir iddiası da yoktur. Böyle bir iddiâ gerçekçi de olmaz.


-Ümmete hediye edilen böyle ehemmiyete haiz biz duanın (ki vahy-i zımni bile deniliyor), bütün hadis kitaplarında geçmesini beklemesek bile,en azından bir tane muteber hadis kitabında geçmesini beklemek ilmin izzetinden olsa gerek.

Cevşen hadisi muteber hiçbir hadis kitabında yer almamaktadır. Sünnilerce muteber kabul edilen Kütüb-i Sitte (Buhari ve Müslim Sahihleri; Tirmizi, Ebu Davud, İbn Mace ve Nesai Sünenleri), Hanbel Müsnedi, İmam Malik’in Muvatta’ı, İbn Ebi Şeybe ve Abdurezzak b. Hemmam’ın musannefleri vb. gibi hadis külliyatlarında cevşen hadisi bulunmamakta, bahsi geçmemektedir. Bununla birlikte, şiilerce muteber kabul edilen Kütüb-i Erbaa’da da cevşenden bahsedilmemektedir. Bu ise cevşen hadisi için büyük bir handikaptır. sanırım sadece Nurculara (Saaid Nursiye) bildirilmiş bir duadır.!


Sitede deniliyor ki;

Peygamber Efendimiz’in (asm) dâr-ı bekâya irtihalinden sonra ümmet haklı olarak topyekûn hadis toplama seferberliğine girişmiş, genelde “amelî hüküm” içeren ve kaybolmak tehlikesi arz eden hadislerin rivayetine ehemmiyet verilmiş ve kitaplarda toplanmış…



-Bu ifade en hafif tabirle tabiin ve tebe-i tabbine hakarettir. Sadece ameli hüküm içeren hadislerin toplandığını iddia etmek, hadis tarihinden bihaber olmak demektir. Peygamber’in ağzından çıktığı iddia edilen her kelime her cümle kayıt altına alınmaya çalışılmıştır. Hatta hadis alimleri şehir şehir dolaşarak her türlü hadis malzemesini toplamaya gayret etmişler, sonra topladıkları malzemeleri eleyerek kitaplarını telif etmişlerdir. En muteber hadis kitabı kabul edilen Buhari’nin Sahih’i bile bu şekilde telif edilmiştir. İbnü’l-Kayserânî’nin dediğine göre Buhari elindeki bütün hadisleri Mebsût adını verdiği büyük bir hadis kitabında konularına göre tasnif ederek topladı, bunun en sağlam rivayetlerini seçerek Sahîh’ini meydana getirdi.


Sitede deniliyor ki;

Hazret-i Ali’ye (ra) hususî bir emanet olarak bırakılan Cevşen ise o esnada, evlâd-ı Resûl’ün (asm), yani ehl-i beytin elinde bulunuyordu ve mütevâtir hükmündeydi.



-Cevşenin Ali’ye bırakıldığı iddia ediliyor. Hâlbuki bizzat Ali bu iddiayı yalanlıyor. Kendisine sorulduğunda (elinde olan hadislerden haber ver denildiğinde), kılıcının kınında sakladığını söylediği bir sahifenin (o sahifede de Kur’an–ı Kerîm ile daha ziyade diyetler gibi bazı fıkhi hükümleri içeren hadisler yer almaktadır) dışında hiçbir bilgiye sahip olmadığı açıklamıştır. Öyleyse iki ihtimal söz konusudur. Ya Ali yanında cevşen olmasına rağmen saklamıştır/gizlemiştir, ya da cevşen diye bir duadan haberi yoktur.

İlmi olarak ikinci ihtimal daha kuvvetlidir. Zira ümmete hediye edilen bir duanın sadece Ali tarafından bilindiği iddiası akıl ile izah edilemez. Bütün ümmete hediye edilen hem de vahy-i zımni olan bir duadan ümmetin haberinin olmaması düşünülemez.

Bununla birlikte sitenin (Nurcuların) hadis konusunda ne kadar cahil oldukları birkez daha ortaya çıkmış oluyor. İbn Hacer el-Askalanî Nuhbetül Fiker şerhinde mütevatiri şöyle tanımlar:

“Adeten yalan üzerinde birleşmelerini imkânsız kılan kalabalık, bu kalabalığın başlangıcından sonuna kadar kendileri gibi bir başka kalabalıktan rivayeti, nihayette dayandıkları şeyin akıl değil his olması ve bu şekilde rivayet edilen haberin dinleyenler için ilim ifade etmesi bir araya gelirse, bu habere mutevatir denir.”

Cevşen hadisinin, tevatür şartlarından hiç birini taşımadığı aksine uydurma olduğu halde mütevatir olarak lanse edilmesi oldukça ilginçtir.


Sitede deniliyor ki;

Bununla beraber Cevşen’de geçen duâlar, hadis kitaplarında elbette vardır. Et-Terğîb ve’t-Terhîb’de, Kenzü’l-Ummal’da, Mecmû’atü’d-Daavât’da ve Mecmû’atü’l-Ahzâb’ta bu rivayetlerin bir kısmı veya tamamı yer almaktadır. Kenzü’l-Ummal’da İbn-i Abbas (ra) ve Ubey İbn-i Ka’b (ra) rivâyetleri ile Peygamber Efendimiz’in (asm): “Cebrail geldi ve bana dedi ki: Ya Muhammed! Sana birkaç kelime getirdim. Bunları senden önce hiçbir Nebi’ye getirmedim” sözüyle birlikte Cevşen’deki münâcâtın bir kısmı zikredilmiştir. Ayrıca yine Kenzü’l-Ummâl’da Enes Bin Mâlik (ra) rivayetiyle Cevşenin bir kısmı daha rivayet edilmiştir. Ahmed Ziyâeddin Gümüş hânevî Hazretlerinin Mecmû’atü’l-Ahzab’ında ise Hazret-i Zeyne’l-Abidin’den (ra) Hazret-i Ali’ye (ra) dayanan sağlam bir senetle Cevşenü’l-Kebir’in tamamı rivayet edilmiştir.



-Cevşen içerisindeki küçük bir iki parçaların muhtelif kitaplarda geçiyor olması gayet tabiidir. Fakat bu cevşenin sıhhatine delil olamaz. Kaldı ki, küçük bir iki parçasının geçtiği kitaplar, âlimler tarafından eleştirilmiş kitaplardır. Et-Terğîb ve’t-Terhîb eseri içerisinde çok sayıda zayıf hadis içeren bir kitaptır. El-Müttaki’nin Kenzül Ummal kitabı ise her çeşitten hadisi ihtiva eden (sahih, hasen, zayıf, uydurma) bir kitaptır.

Gelelim cevşenin tamamının geçtiği tek kitap olan Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevînin Mecmû’atü’l-Ahzab kitabına. Bu kitabın Gümüşhanevi’ye aidiyeti konusunda şüpheler mevcuttur. Tevkifilik konusuna değinerek bu şüpheye değinelim:

Tevkifilik, İlâhî isimlerin tamamının Allah’ın bildirmesine, yani nasslara bağlı olması durumudur.

Cevşen, içerisinde Allah’a izafe edilen onlarca isim barındırmaktadır ve bu isimlerden çoğu Allah’ın bize bildirdiği isimleri arasında yer almamaktadır. (Kur’an’da geçen isimler ve meşhur Tirmizi hadisi incelenebilir). Örnek üzerinden hareket etmek gerekir ise;

Cevşen’de “Ya Tabib” şeklinde Tabib ismi ile Allah’a niyaz edilmektedir. Peki Allah için Tabib denilebilir mi?

Tabib ismi, Allah’ın isimleri arasında yer almamaktadır. Kaldı ki bu isim hakkında Fahreddin Razi, Ziyaeddin Gümüşhanevi gibi âlimlerin “Allah’a nispet edilemeyeceği” konusunda kanaatleri de ortadadır. Allah’a “Ya Tabib, Ya Fakih” gibi isimler ile nida edilemez demişlerdir.

Asıl ilginç olan konulardan birisi ise, Cevşen Hadisini kitabına alan Gümüşhanevi’nin, itikad kitabında ise tevkifilikten bahsetmesidir. Bu ise, Mecmuatül Ahzab eserinin Gümüşhanevi’ye aidiyeti konusundaki şüpheleri desteklemektedir.


Sitede deniliyor ki;

Bediüzzaman gibi bir allâmeye feyiz veren bir münâcât-ı Resûl (asm), kanaat ettiğimiz takdirde her halde bize de kifayet edecektir.



-“bizim için hüccet olarak Üstad yeter, biz ona kanaat ederiz” demek, Said Nursiyi nasıl bir makama getirdiklerinin de göstergesidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder