1 Ocak 2016 Cuma

KUDSİ HADİS

Peygamberin (s.a.v) söz olarak Rabbine izafe veya Rabbinden rivayet ettiği hadislere hadis-i kudsi (hadis-i ilahi veya rabbani) denilmiştir. Bu çeşit hadislere kudsiyyetin izafe edilmesi, tariften de anlaşıldığı gibi onların, her türlü noksanlıktan münezzeh olan Allah Teâlâ’dan sadır olması yönündendir; yani bunların menşei, Allah Teâlâ’dır; onları ilk defa söyleyen O’dur. Allah Teâlâ’dan sadır olan ve kudsi denen bu sözlere hadis lafzının ıtlakı ise, bunların Peygamber (s.a.v) tarafından Rabbinden nakil ve hikâye edilmesi sebebiyledir.

Kudsi hadislerin, bir taraftan ilk kaynak olarak Allah Teâlâ’ya izafe edilmesi, diğer taraftan Peygamberin (s.a.v) hadisleri arasında ve hadis lafzıyla zikredilmesi, bunların bazı yönlerden Kur’an-ı Kerime, bazı yönlerden de Peygamberin (s.a.v) hadislerine benzerliğini ortaya koymaktadır. Zira Kur’an-ı Kerim Allah Teâlâ’nın kelâmı olup Peygambere (s.a.v) vahyolunmuştur; kudsi hadislerin de ilk kaynağı Allah Teâlâ olduğuna ve Peygamber (s.a.v) tarafından O’ndan rivayet edildiğine göre, bunlar da vahiydir. Binaenaleyh, vahiy olmak bakımından Kur’an-ı Kerimle hadis-i kudsi arasında herhangi bir fark mevcut değildir. Bununla beraber kudsi hadisler Kur’an’dan sayılmazlar; her ikisinin de kendilerine has özellikleri vardır ve bu özellikler ikisinin aynı şey olmalarına engel teşkil ederler.

Bunların başında, kudsi hadislerin, bizzat Peygamberin (s.a.v) sözü olması gelir. Yani hadisin manası Allah Teâlâ tarafından Peygambere (s.a.v) vahyedilmiş olsa bile, bu mananın insanlara aktarılmasında, kelimelerin veya ibarelerin tercih ve tertibi Peygamberin (s.a.v) ihtiyarına bırakılmıştır. Peygamber (s.a.v) kendisine vahyedilen herhangi bir şeyi, manasına sadık kalarak kendi sözleriyle ifade eder; bu sözler aslında vahyolunan mananın vahyolunduğu şekildeki sözleri olmayabilir.

Hâlbuki Kur’an-ı Kerim, hem mana ve hem de harf ve kelimeleriyle vahyolunmuştur. Bu harf ve kelimelerin ne şekli ve ne de tertip ve tanzimi Peygamberin (s.a.v) taht-ı tasarrufunda değildir. Peygamberin (s.a.v) görevi kendisine vahyolunan sözleri, aynı harf ve kelimelerle insanlara tebliğ etmektir. Eğer bu sözler arasında insanların anlayamayacakları ibareler bulunursa, Peygamber (s.a.v) bunları açıklar, şerh ve izah eder; onun bu açıklaması tefsir olur ve Kur’an olmaktan çıkar. O halde kısaca ifade etmek gerekirse diyebiliriz ki, Kur’an-ı Kerim, hem mana ve hem de lafız olarak vahyolunduğu halde, kudsi hadis, yalnız mana olarak vahyedilmiştir; lafız Peygambere (s.a.v) aittir.

Kur’an-ı Kerimi diğerinden ayırt eden başka özellikler de vardır. Mesela mana ve lafız yönünden onda bulunan icaz veya insanları benzerini söylemekten âciz bırakan eşsizlik, kudsi hadislerde yoktur. Keza Kur’an tilavetiyle teabbüd, temiz olmayan kimsenin ona dokunmaması, namazlarda okunması, mana ile rivayetinin tecviz edilmemesi, tevatür yolu ile lafzen ve manen nesillere intikali, kudsi hadisler için bahis konusu olmayan özelliklerdir.

Kudsi hadisi, Peygamberin (s.a.v) diğer hadislerinden ayırt eden özelliklere gelince, bunların başında, hadis-i kudsinin vürûd şekli yer alır. Yukarıda da işaret olunduğu gibi bu çeşit hadislerin ilk kaynağı Allah Teâlâ’dır; hitap O’nundur ve Peygamber (s.a.v) bu hadislerin râvisi durumundadır. Nitekim bu çeşit hadislerin başında umumiyetle şu ibareler görülür: “Kale’llahu Teâlâ fima ravahu anhu Rasulullah (s.a.s.)” (Peygamberin (s.a.v) rivayet ettiğine göre Allah Teâlâ buyurdu ki…) veya “Kale Rasulullah (s.a.s.) fima yervihi an Rabbihi” (Peygamber (s.a.v) Rabbinden rivayetle buyurdu ki…).

Diğer hadislerin vürûdunda ise ilk kaynak Peygamberdir (s.a.v) ve çok defa görüldüğü gibi bu hadisler sahabe tarafından “Kale Rasulullah (s.a.s.) (Rasulullah buyurdu ki…) ibaresiyle nakledilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder