3 Ocak 2016 Pazar

İSİM VE SIFAT TEVHİDİ -1-

Bismillahirrahmanirrahim, Hamd, yalnızca Allah'adır.

BİRİNCİ BÖLÜM

Muhakkak ki bütün hamdler Allah'a mahsustur. Binaenaleyh O'na hamd eder O'ndan yardım ister ve mağfiret taleb ederiz. Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüklerinden de O'na sığınırız.

Allah kime hidayet ederse onu hiçbir kimse sapıttıramaz. Kimide sapıttırırsa onada kimse hidayet veremez. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur ve eşsiz olarak birdir. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed (s.a.v.) O'nun kulu ve Resûlü'dür.


"Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkulması gerekiyorsa öylece korkun ve müslümanlar olarak ölmeye çalışın." (1)

"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini vücûda getiren, ikisinden birçok erkeklerle kadınlar üreten Râbbinizden korkun ve günah yapmaktan sakının ve yine kendisine hürmet göstererek birbirinizden, dileklerde bulunduğunuz Allah'tan korkun ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının. Şüphesiz ki Allah üzerinize gözcü bulunuyor." (2)
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin ki, Allah işlerinizi düzeltip size muvaffakiyet versin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Resûlüne itaat ederse, O gerçekten büyük bir kâra kavuşmuştur." (3)

Muhakkak ki sözlerin en hayırlısı Allah (c.c.)'nin kitabıdır. Yolların en hayırlısı da Muhammed (s.a.v.)'in yoludur. İşlerin en kötüsü (dinde) sonradan icâd edilenidir. Ve her sonradan icâd edilen şey de Bid'attır. Ve her Bid'at da sapıklıktır ve her sapıklıkta cehennemdedir. (4)


Önsöz
Peygamberlerine vahyettiğiyle yerde ve gökte kudretinin büyüklüğü ve sanatının harikalığını yerleştirmesiyle kendisini kullarına tanıtan Allah'a hamdolsun. Kitabında kendi zatını vasfederek şöyle dedi: "[Ey Muhammed! O müşriklere] de ki: "o Allah birdir." Allah Sameddir [hiç bir şeye muhtac değil ve her şey O'na muhtacdır]. Doğurmamıştır; doğmamıştır. Hiç kimse [ve hiç bir şey] O'na denk değildir." (5) Kısa olmasına rağmen bu sûrenin okuma sevabını Kur'ân'ın üçte birinin okuma sevâbına muâdil (denk) kıldı. (6) Ve Zâtını medhederek şöyle buyurdu: "Allah'ı gerektiği gibi takdir edemediler, kıyamet günü, yeryüzü bütünüyle O'nun kabzasında, gökler de elinde dürülmüş olacaktır. Allah, onların şirk koştukları şeylerden münezzeh ve çok yücedir." (7)

Salât ve selâm, hidâyet ve rahmet, peygamberinin üzerine olsun. Öyle ki O Rabbini en kâmil ve en güzel vasıfla nitelendirerek dedi ki: "Muhakkak ki Allah kıyâmet günü gökleri sağ elinde tutarak arzı kabzeder, sonra şöyle seslenir, " Melik, Benim" (8) Yine dedi ki: "Allah'ın sağ eli doludur, gece ve gündüzün deveranıyla hiç bir infak onu eksiltemez, gökler ve yer küresini yarattığından beri neler infak ettiğini gördünüz mü? Öyle ki elinde olan daha eksilmedi. Arş'ı suyun üstündeydi. Diğer elinde de terazi onu indirir ve yükseltir." (9) Ve şöyle demişti: "Sizi öyle bir doğru yol üzerine bıraktım ki, gecesi de gündüzü gibidir. Benden sonra, ancak helâk olan kişi o yoldan yan çizebilir." (10)

Dinlemiş olduğum bir teyb kasetinde konuşan hatibin, isim ve sıfat tevhidinin, bu ümmetin selef-i sâlihin devrinde bilinmediğini ve bu nev'i bir tevhide ihtimam gösterilmesinin doğru olmadığını, bilinmemesiyle kişiye inancında herhangi bir zarar vermediğini, ikinci derecedeki meselelerden olduğunu söylerken işittim.

Halbuki; bu söz, din-i mûbîni, kökünden yıkmaktadır. Çünkü akîdenin (itikadî meselenin) ihmali veya ikinci plana bırakılması, dinin temel esaslarının yıkılışı demektir. Zira böyle bir durum daha sonra tevhidle şirki, yaratanla yaratılanı, imân ehliyle küfür ehlini ayıramayacak kadar câhil nesiller yetiştirir. Binaenaleyh Allah'ın, ilim ehlinden aldığı ahdi, ilmi gizlememe ahdi, kendisi de kitâbında, "İndirdiğimiz apaçık hükümleri ve doğru yolu, insanlara biz kitabta beyan ettikten sonra onu, gizleyenler varya, şüphesiz Allah onlara lânet eder ve bütün lânet edebilenler de onlara lânet okur." (11) buyurduğu gibi, tebliğ etme emanetini yerine getirmek, ümmete nasihat etmekle bu batıl sözü reddetmeyi, onu yok edip hakkı gerçekleştirmeyi ve dolayısıyla Allah'ın dinini ve İslâm akîdesini müdaafa etmeyi kendime yerine getirilmesi gereken acil bir vazife bildim. Muvaffakiyet Allah'dandır.


İsim ve Sıfat Tevhidinden ne Kastediliyor? 

İsim ve sıfat tevhidinin bilinmesi dinen zarûridir, dinin temel esâsı ve tevhidin özüdür. Çünkü Allah'ı güzel isimleriyle ve yüce sıfatlarıyla tanımak, ilimlerin en şereflisi ve gâyelerin en yücesidir. Ancak bu marifet esası üzerine, sahih bir imanla hâlis bir tevhid kâim olabilir.

İsim ve sıfat tevhidinden kasıt, Allah'ın zâtı ile alâkalı, kendisinin ve peygamberinin isbât ettiği sıfatları (nitelikleri) isbât etmek, Zâtı hakkında yine kendisinin ve peygamberinin reddettiği sıfatları reddetmektir ki bu cüz, tevhidin kısımlarındandır. Şüphesiz ki bu cüz tevhidin en üstünü, başta geleni ve en ehemmiyetli olanıdır. Çünkü Allah hakkında ancak sağlam ve sahih bir ilim esası üzerine doğru bir imana sahip olunabilir. Yoksa ilimsiz bir iman düşünülemez ve olamaz da. Allah'ın sıfatları hakkındaki bilgi imanın temelidir. Şüphesiz ki isim ve sıfat tevhidi, Ulûhiyet ve Rubûbiyet tevhidinden de daha şümullü ve daha umûmî olmaktadır.

Binâenaleyh Allah'ın hâk bir ilâh olduğunu, ibâdetin ondan başkasına caiz olmadığı ve bu esasla yönelmenin sadece Sübhanehu ve Teâlâ'ya yapıldığını bilmek; O'nun isim ve sıfatları ilminden bir daldır. Aynı şekilde O'nun Rab olduğuna, herşeyi yaratıp yoktan var ettiğine, varlıklara şekil verdiğine imân etmek, isim ve sıfat tevhidinden bir cüzdür. Bunun içindir ki neler Rubûbiyet tevhidiyle isimlendirildiyse, hemen isim ve sıfat tevhidinin bir cüz'ü sayılmıştır. Bu da isim ve sıfat tevhidinin Rubûbiyet ve Ulûhiyet tevhidinden daha umûmi ve şümûllü olduğunu göstermektedir.

Bu tabirlerin hiçbirisi ne Kur'ân'da ne de Sünnet'te gelmiş değildir. Zaten Peygamber (s.a.v.) bu şekilde bir kısımlandırma yaparak dini öğretme, mesela onlara bir dersde tefsir, diğerinde hadis ve bir başka dersde de siyer ver. Bu taksimat ve ıstılâhlar, ilim öğrenmede kolaylık olsun diye sonradan ortaya konuldu. İşte bizim isim ve sıfat tevhidi, Rubûbiyet ve Ulûhiyet tevhidi diye söz ettiğimiz kısımlarda da durum böyledir. Ancak bir ilmin bölümleridir. O da Allah'la ilgili imânın teferruatıdır. Çünkü Allah'a imân meselesi, ilimden bir sürü bölümleri içine alır. Bunun içindir ki âlimler bu ıstılâhlara ihtiyaç duydular. Böylelikle isim ve sıfat tevhidi, Rubûbiyet tevhidi, Ulûhiyet tevhidi diye isimlendirmiş oldular.

İyi bilinmelidir ki bu tabirler, bid'at çıkarma babından değildir. Ancak söylemek istenileni izâh, ilimleri kısımlandırma ve kasdolunan manayı zihne yaklaştırma yönünden şer'i maslahatlardır.

İsim ve sıfat tevhidinin, tevhidin diğer kısımlarından daha şümullü ve daha umûmî olduğunu önceden arzetmiştik. Bu tür tevhidde, Allah'ın kendi Zâtını ve Peygamberinin (s.a.v.) O'nu vasfettiği sıfatlara iman etme, yine aynı şekilde Allah Sübhânehû ve Teâlâ'nın kendi Zatını ve Rasûlünün de (s.a.v.) O'nu isimlendirdiği şeylerle isimlendirme de imandandır. İşte bu da müslümanlar arasında, Allah'ın bir sıfatını diğer bir sıfatından ayırıp akıllarına uyanı alıp ta uymayanı reddedenler ortaya çıkınca buna karşılık Selef âlimleri adı geçen tevhide de bu ismi takmışlardır. Zındıkların çoğunun ve peşlerinden giden Cehmiye, Mutezile, Eş'ariye, Maturidiye ve diğerlerinin reddettikleri sıfatlar; gazap, rıza, ferah, dahk (gülme), hubb (sevme), buğz, makt (kerih görme), uluv (yücelik sıfatı) ve arş'a istivâ etme, nüzûl (dünya semasına inme) yine aynen yed (el sıfatı), kadem (ayak), sâk (baldır), vech (yüz) gibi sıfatlardır. Dediler ki bütün bu sıfatları Allah hakkında isbât etmek, O'nu cisimlendirmeyi ve yaratıklara benzetmeyi gerektirir. Halbuki durum, Kur'ân ve Sünnet'te kesin naslarla bu sıfatların Allah hakkında sâbit olduğunu göstermektedir. Bu nasları serd etme yeri burası değildir. Burada sadece Selef âlimlerinin, tevhidin bir çeşidi olarak saydıkları ve öğrenip imân edilmesi vâcib olan bu tevhidi, "isim ve sıfât tevhidi" diye terimlendirilmesinin sebebini beyân etmek istedik.

Allah hakkında Sabit Olan Sıfatlarından Birisini Reddetmek Küfürdür: 

Hangi sıfat olursa olsun, Subhânehu ve Teâlâ'nın zatı hakkında sabit olan herhangi bir sıfatını inkâr edeni selef âlimleri tekfir etmişlerdir. Sıt'ın emiri Halid İbni Abdullah Elkasrî gibi; Ca'd İbni Dirhem, yüce Allah'ın sevme ve dost edinme sıfatını inkâr ettiği vakit bir kurban bayramı günü insanlara hitaben, "Ey insanlar! Kurbanlarınızı kesiniz Allah kabul etsin, ben ise Ca'd İbni Dirhem'i kurban edeceğim. Çünkü o, Allah'ın, İbrahim (a.s.)'ı dost edinmediğini iddia etti" (12) diyerek halkın gözleri önünde onu öldürmüştür.

Aynen, İmâm Ahmed İbni Hanbel de (r.a.) Cehm İbni Safvan'ın ve ona tâbi olanlardan, Allah Tebâreke ve Teâlâ'nın ulûv yücelik sıfatını inkâr edenlerin küfrüne fetvâ vermiştir. (13) Meşhur "Cehmiye ve Zındıklara Reddiye" kitabını te'lif ederek Yücelik sıfatını nefyedenleri zındık olarak nitelendirmiştir.

İmam Ebu Hanife (r.a.) ise Allah Azze ve Celle'nin herhangi bir sıfatını inkâr edenlere karşı, bu imamların içinde en şiddetli olanlarından biriydi. "Akidetu't-Tahaviyye" kitâbını şerh eden, Ali İbni Ebu'l-İzze el-Hanefi diyor ki; Ebu'l-Mûti el-Belhi'ye kadar varan bir senedle "el-Fâruk"un kitabında Şeyhu'l-İslâm Ebu İsmail el-Ensarî şöyle rivâyet etti: Ebu'l-Mûti el-Belhî, Ebu Hanife'ye (r.a.) "Rabbim gökte mi yoksa yerde midir bilmiyorum" diyen bir kimse hakkında soru sordu? Dedi ki; "Kâfir olmuştur. Çünkü Allah kitabında "Rahmân Arş'a istiva etti" (14) demekte. Dedim ki; "Arş'da olduğunu söylüyor, lâkin Arş'ı gökte mi yoksa yerde midir bilmiyorum derse ne olur? Dedi ki; Yine kafir olmuştur. Çünkü Arşı yedi kat semanın üstündedir, binaenaleyh her kim Allah'ın semâda olduğunu inkâr etmiştir. Kim ki O'nun semâda olduğunu inkâr ederse kafir olur." (15) Şüphesiz ki Allah Tebâreke ve Teâlâ'nın el sıfatını inkâr eden de kâfirdir. Çünkü Allah'u Teâlâ birçok âyet-i kerîmelerde bunu kendi Zâtına izâfe ederek sâbit kıldı. "Allah'ı gerektiği gibi takdir edemediler, kıyamet günü, yeryüzü bütünüyle O'nun kabzasında, gökler de elinde dürülmüş olacaktır. Allah, onların şirk koştukları şeylerden münezzeh ve çok yücedir." (16) âyetinde buyurduğu gibi. Ve "Ey İblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Kibirlenmek mi istedin yoksa, yücelik taslayanlardan mı oldun" (17) âyetinde de İblis'e hitab ettiği gibi. Diğer birçok âyetlerde de aynen böyledir.

Buhari ve Müslim'de Abdullah İbni Mes'ud'un rivâyet ettiği hadiste de böyledir; "Yahûdi hahamlarından bir âlim Rasûlullah (s.a.v.)'e gelerek, Yâ Muhammed! Biz Tevrat'ta, Allah'ın gökleri bir parmağında, su ve yeri bir parmağında, ağaçları bir parmağında ve diğer yaratıkları da bir parmağında tutarak "Melik benim" dediğini görüyoruz" dedi. Allah Rasûlü (s.a.v.) hahamın sözünü tasdik ederek güldü, öyle ki mübârek azı dişleri göründü. Sonra da "Allah'ı gereği gibi takdir edemediler" (18) âyet'ini sonuna kadar okudu. İslâmî eserlerde, Buhari,

Müslim, Sünen ve Müsned kitaplarında sayılmayacak kadar çok Hadis, Allah Subhânehu ve Teâlâ'nın "el" sıfatını isbat etmektedir. Şüphesiz ki onun bu sıfatını bilmeyen câhildir, bilerek inkâr eden de kafirdir. Tahrifsiz olarak yaratıkların sıfatlarına benzetmeden Allah'ın sıfatlarına iman etmek vaciptir. Meşhûr sözünde İmam-ı Mâlik (r.a.)'ın dediği gibi; bir adam kendisine soru sorarak dedi ki: "Rahman Arş'a istiva etti" (19) âyetindeki istivânın keyfiyeti nedir? O da "İstiva (dilde) malûmdur, keyfiyeti ise meçhûldür, buna iman etmek vaciptir, ondan soru sormak da bid'at'tır" cevabını verdi. Ondan soru sormaktan kasıt; sadece Allah Subhânehu ve Teâlâ'nın bildiği keyfiyyettir. İstivâ sıfatına gelince Allah'u Azze ve Celle Kur'ân'ın yedi yerinde zikrederek kendisini bununla medh etmektedir. Bunu bilip isbat etmek vâciptir. İnkârı ise küfürdür. Lâkin istivâ'nın keyfiyyetini Allah'tan başka kimse bilemez. İşte el sıfatının keyfiyetini de kendisinden başka kimse bilemez. Yüce ve Celil olan Zâtı hakkında, "Hiç bir ilimle O'nu ihâta edip kavrayamazlar."

(20) âyet'inde de buyurulduğu gibidir. Kendisini vasfettiği sıfatlara iman etme ise her müslümanın üzerine farz'dır.

Kur'ân-ı Kerîm'in Tümü Allah'ın Sıfatlarını Beyândır:

Teyb kasetindeki ders sâhibinin, "Kur'ân Allah'ın sıfatlarını az miktarda arz ediyor" sözü ise büyük bir cehâlettir. Çünkü Kur'ân'ın tümü Aziz ve Celil olan Allah'ın sıfatlarını beyandır. O, ya Allah'ın Zâtından ve sıfatlarından, ya da Peygamber ve mü'min dostlarına muâmelesinden haber verir. Bu ise Allah'ın fiillerini, ikramını ve ihsanını beyândır. Veya düşmanlarına yaptığını haber etmedir ki, bu da sıfatlarındadır. Böylelikle Kur'ân; Besmele'nin başından Nâs Sûresi'nin sonuna kadar, bütünüyle Allah'ı Subhânehu ve Teâlâ'nın sıfatlarını beyândır.

Îtikâdî Esaslarda [asıl olan] Konuşmak, Fer'i Meselelerde Konuşmaktan Daha Tehlikelidir:

Az önceki işâret edilen söz sahibi, madem fer'i meselelerde fetvâ vermekten veya ictihat etmekten çekiniyor, bir müçtehide tâbi olmayı veya herhangi bir âlimi taklid etmeyi kendisine zarûri görüyor. Aynen bunu, itikâdi ve imanî meselelerde de tatbik etseydi kendisi için daha hayırlı olurdu. Çünkü dinin itikâdî ve imanî meselelerin de gelişi güzel söz etme daha tehlikelidir. Binaenåleyh imân ve küfür onun üzerine binâ edilir.

"İsim ve sıfat tevhidi önemli değildir, ilk üç asır'da Selef-i Salihin'den kimse bundan söz etmemiştir" diyen şahsın delili nedir? Taklîd etmiş olduğu müçtehid imâm ve âlimlerden bunu kim söylemiş? Ne kadar acâibtir ki fıkhî meselelerde dini için ancak falan gibi bir âlim'e razı oluyor da, lâkin itikâdî meselelerde insanların babalarından sormalarını istiyor! Ve diyor ki; "Sorun babalarınıza Allah'ın eli olduğuna iman ediyorlar mı, etmiyorlar mı? Subhanellah! Ne zaman câhil anne ve babalar akâîd ve dini esaslarda hüküm mercii (yani kaynak) oldular?

İslâm Dini Garip Başlamış Ve Yeniden Garip Olacak:
Dinin garipliğindendir ki her gelen O'nun hakkında konuşuyor ve her cahili de fetvâ veriyor. O'nun esaslarını ve furû'at'ını yıkan ve aleyhinde söz edenin makamı yükseliyor. Böylece dinin özü bırakılarak garip kalmaktadır. Yardım talep edilen yalnız Allah'dır, güç ve kuvvette O'nundur.


DİPNOTLAR

(1) Al-i İmrân Sûresi âyet 102
(2) Nisâ Sûresi âyet 1
(3) Ahzâp Sûresi âyet 70-71
(4) Müslim; Cuma bab-13 Hadis Rakam-867 Sahife-592 Cilt-2 Neseî; İdeyn bab-28 Sahife188 Cilt-3
(5) İhlâs Sûresi âyet 1-4
(6) Bu mevzûda bak, Buhari bab Fedâilul-Kur'ân C.6, S.233 Müsned İmamı Ahmed C.5, S.418-419
(7) Zümer Sûresi âyet 67
(8) Buhâri Kitabu'l-Tevhid C.9, S.150 Hadis rakam: 7411
(9) Buhâri Kitabu'l-Tevhid C.9, s.150 Hadis rakam: 7411, Müslim Zekât bab. 11 Hadis rakam: 993
(10) İbni Mace I. bab. Hadis rakam: 5, C.1, S.4 Müsned İmamı Ahmed 5691 C.2, S.126, C.4, Hâkim Müstedrekinde S.96, C.1
(11) Bakara Sûresi âyet 159
(12) İbni Kesir, El Bidâyetuven-Nihayeh Cilt-10, Sahife-21, Buhari, Ef'alil-İbâd, Sahife-12
(13) Er-Reddu Alel Cehmiyyeti Vezzenâdikah. Sahife 26-29
(14) Taha Sûresi âyet 5
(15) Akidetut-Tahaviye'nin Şerhi. Bak. Sahife 366-367, Cilt 1, Zehebi Uluv Risalesinde. Sahife 101
(16) Zümer Sûresi âyet 67
(17) Sa'd Sûresi 75
(18) Buhâri, Kitabu-Tevhid, Cilt 9, Sahife 150, Müslim, Kitabu-Sıfatü'l-Kıyâmeti vel-Cennet'i Ven-Nâr, Hadis 2786, Cilt 4, Sahife 147
(19) Taha Sûresi âyet 5
(20) Tâhâ Sûresi âyet 110

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder