4 Ocak 2016 Pazartesi

UHUD SAVAŞI VE ALINACAK DERSLER

Bismillahirrahmanirrahim, Hamd, yalnızca Allah'adır.

Uhud Savaşı
Hicretin on üçüncü yılının şevvalinde Uhud savaşı olmuştur. Allah, Bedir’de Kureyş’in eşrafını öldürünce ve onlar benzerini görmedikleri bir musibete uğrayınca, öç almak ve kaybettikleri onurlarını yeniden kazanmak istediler. Ebû Sufyân, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e ve Müslümanlara karşı tahrikte bulunmaya ve birlikler oluşturmaya başladı. Kureyş’ten, müttefiklerden ve Ehabiş’ten yaklaşık üç bin kişi topladı. Erkek savaşçılar, hanımlarını da getirdiler, böylece savaştan kaçamayacaklar ve hanımlarını korumak için savaş alanından ayrılmayacaklardı. Sonra Ebû Sufyân onları Medîne’ye doğru harekete geçirdi ve gelip Uhud dağının yakınında konakladılar.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem onların karşısına mı çıkalım yoksa Medîne’de mi kalalım diye ashâbıyla istişarede bulundu. Kendisi, Medîne’den çıkılmaması ve orada savunma yapılması görüşündeydi. Düşmanlar Medîne’ye girecek olurlarsa, Müslümanlar onlarla çatışmaya gireceklerdi. Fakat bazı büyük sahabîler Medîne’den çıkılıp öyle savaşılmasını tavsiye ettiler. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bin sahabîyle çıktı. Bu, Cuma günü olmuştu. Medîne’yle Uhud arasındayken, münafık Abdullah b. Ubey, askerlerin üçte biriyle geri döndü. Dönerken şöyle dedi: Bana karşı çıkıp başkasını dinliyorsun.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem yola devam etti ve Uhud vadisine karargâh kurdu. Arkasını Uhud dağına dayadı. Kendisi emir verinceye kadar savaşa başlamamalarını emretti. Cumartesi günü, ellisi süvari, yedi yüz kişiyle savaş düzeni aldı.

Sayıları elli kişi olan okçuların başına Abdullah b. Cubeyr’i getirdi. Ona ve arkadaşlarına, kuşların askerleri kaptıklarını görseler bile, yerlerinden ayrılmayıp ordunun gerisinde kalmalarını emretti. Ayrıca müşriklerin Müslümanlara gerilerinden gelmemeleri için onları ok yağmuruna tutmalarını emretti.

Savaş başladı. Zafer, günün başında, Müslümanların le- hine, kâfirlerin aleyhineydi. Müşrikler bozguna uğramışlar, geri dönmüşler, kadınlarının yanına varmışlardı. Okçular onların bozguna uğradıklarını görünce, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in ayrılmamalarını emrettiği yeri terk ettiler. Onlar: Arkadaşlar! Haydi ganimete! dediler. Komutanları onlara, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in sözünü hatırlattı. Dinlemediler, müşriklerin geri dönmelerinin imkânsız olduğunu zannettiler. Ganimet toplamaya gittiler. Oradaki geçiti boş bıraktılar. Müşriklerin süvarileri tekrar hücum edip geçi- tin okçular tarafından boşaltıldığını gördüler. Oradan geçip sonuncuları gelinceye kadar oraya yerleştiler. Müslümanları kuşattılar. Allah bazılarına şehitliği nasip etti. Sahabîler geri döndüler. Müşrikler Rasûlullah’a kadar ulaşıp yüzünü yaraladılar. Sağ tarafındaki bir dişini kırdılar. Başında yumurta kırdılar, taşa tuttular. Fasık Ebû Amir’in Müslümanlara tuzak olarak hazırladığı çukurlardan birine yan üstü düştü. Ali elinden tutup çıkardı. Talha b. Ubeydillah onu kucakladı. Mus’ab b. Umeyr önünde öldürüldü. Sancağı Ali b. Ebî Tâlib’e verdi. Miğferin iki halkası yüzüne battı. Onları Ebû Ubeyde çıkardı. Ebû Saîd el-Hudrî’nin babası Mâlik b. Sinan yanağından akan kanı emdi. Müşrikler ona yetiştiler ve Allah’ın kendileriyle onun arasına girmemesini istiyorlardı. Müslümanlardan on kişilik bir grup onun önüne durup hepsi öldürülünceye kadar kendilerini siper ettiler. 
Sonra Talha, onları Rasûlullah’ın yanından uzaklaştırıncaya kadar kahramanca çarpıştı. Ebû Ducâne kendi sırtını Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e kalkan yaptı. Oklar ona saplanıyor ama yerinden kımıldamıyordu. O gün Katâde b. en-Nu’man’ın gözü çıktı. Katâde çıkan gözünü Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e getirdi. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem eliyle gözü yerine koydu. O göz daha sağlam ve daha güzel hale geldi.

Şeytan avazı çıktığı kadar: Muhammed öldürüldü! diye bağırdı. Bu, birçok Müslümanı etkiledi ve çoğu kaçtı. Hâlbuki Allah ne takdir ettiyse o başa gelecekti.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Müslümanların yanına geldi. Onu, miğferin altında ilk tanıyan Kâb b. Mâlik oldu. Yüksek sesle: Müslümanlar! Müjdeler olsun! İşte Rasûlullah! diye bağırdı. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ona: “Sus” diye işaret etti. Müslümanlar etrafında toplandılar. Aralarında Ebû Bekir, Ömer, Ali, el-Hâris b. es-Sımme’nin vs. bulunduğu kimselerle birlikte ilk gece konakladıkları vadiye gittiler. Dağa tırmandıklarında Ubey b. Halef atıyla Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e yetişti. Maksadı onu öldürmekti. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ona bir mızrak attı. Mızrak köprücük kemiğine isabet etti. Yenilmiş bir halde geri döndü. Mekke’ye dönerken yolda öldü.

Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem yüzündeki kanı yıkayıp temizledi. Yaralarından dolayı oturarak namaz kıldı. Hanzala öldürüldü. Eşiyle cinsel ilişki yaptığı için cünüptü. Savaş için yapılan çağrıyı duyunca, gusletmeden hemen savaşa katılmıştı. Onu melekler yıkadı. Müslümanlar müşriklerin sancaktarlarını öldürdüler. Nuseybe bnt. Kâb el-Mâziniyye adlı Ummu Umâra çok iyi çarpıştı. Amr b. Kami’e bir kılıç darbesiyle onu ağır bir şekilde yaraladı.

Müslümanlardan öldürülenlerin sayısı yetmiş küsur kişiydi. Müşriklerden ise yirmi üç kişi öldürüldü. Kureyşliler, Müslüman ölülerinin çirkin bir şekilde organlarını parçaladılar.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in amcası Hamza da, öldürülen Müslümanlar arasındaydı.(Bkz.: Zâdu’l-Me’âd, III/192 ve devamı; Lubâbu’l-Hıyâr fi Sîreti’l-Muhtâr, s. 64.)


Uhud Savaşından Çıkarılan Dersler 

İbnu’l-Kayyim rahimehullah Zâdu’l-Me’âd adlı kitabında, Uhud savaşından çıkarılan birçok güzel hikmet ve sonuçtan bahsetmiştir:

1- İtaat etmemenin, gevşeklik göstermenin ve çekişme içine girmenin sonucunun kötü olduğunu ve başlarına gelenin de sırf bu yüzden olduğunu bildirmesi. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Allah, izniyle, onları (müşrikleri) kırıp geçirdiğimiz sırada size olan vaadini gerçekleştirdi. Nihâyet sevdiğiniz şeyi (zaferi) size gösterdikten sonra zaaf gösterdiniz. (Peygamber’in verdiği) emir konusunda tartıştınız ve emre karşı geldiniz. İçinizden dünyayı isteyenler de vardı, âhireti isteyenler de. Sonra sizi denemek için onlardan yüzünüzü çevirdi (kaçıp hezimete uğradınız. Buna rağmen) sizi bağışladı…”(Al-i İmran, 152) 

2- Allah’ın peygamberleri ve onlara tâbi olan ümmetleri hakkındaki hikmet ve sünnetinin bir defa lehlerine, bir defa da aleyhlerine cereyan etmesidir. Ama nihâî sonuç lehlerine olur. Çünkü devamlı onlar gelip gelseler, içlerine samimi iman edenler de başkaları da girerler; doğru ve samimî olan öbürlerinden ayırt edilemezdi.

3- Doğru ve samimî mü’minin yalancı münafıktan ayırt edilmesi. Çünkü Bedir savaşında, Allah Müslümanları düş- manlarına galip getirip şöhretleri etrafa yayılınca, aslında İslâm’a girmeyen kimseler, görünüşte onlarla birlikte İslâm’a girdiler. Allah’ın hikmeti, kullarına, mü’minlerle münafıkları birbirinden ayırt edecek bir sıkıntıyı sebep kılmayı gerektirdi. Münafıklar bu savaşta (Uhud’da) başlarını gösterdiler, içlerinde gizlediklerini konuştular, mü’minler de böylece kendi yurtlarında bazı düşmanlarının olduğunu öğrenip onlara karşı önlem aldılar ve ihtiyatlı olmaya çalıştılar.

4- Allah’ın dost ve taraftarlarının iyi günde ve kötü günde, sevdiklerinde ve sevmediklerinde, düşmana galip geldiklerinde ve düşman kendilerine galip geldiğinde, kulluğun nasıl olacağını öğrenmeleri. Sevdikleri ve sevmedikleri hususlarda itaat edip, kulluğun gereğini yerine getirirlerse, Allah’ın gerçek kulu olurlar.

5- Allah devamlı onlara yardım etse, onları her yerde düşmanlarına galip getirse, onlara düşmanı yenme imkânını, kâfirlere de devamlı yenilmeyi takdir etse azgınlaşır, gururlanıp kibirlenirlerdi. Kulları ancak bolluk ve darlık, sıkıntı ve rahatlık bir arada olunca yola getirir.

6- Allah onları yenilgi, kırılma ve hezimetle imtihan edince, boyunlarını eğip durumu kabullendiler. Allah’ın verdiği üstünlük ve yardımı hak ettiler.

7- Yüce Allah mü’min kullarına ikram yurdu olan cennette öyle mevki ve dereceler hazırlamıştır ki kullar onlara amelleri ile ulaşamazlar. Oraya ancak bela ve sıkıntılara sabretmekle ulaşılır. Allah da kullarını oralara ulaştıracak bela ve imtihan sebeplerini vermiştir.

8- Nefisler devamlı iyi durumda olmaktan, muzaffer ve zengin olmaktan dolayı, azgınlaşırlar ve geçici olan dünyaya meylederler. Bu, nefisleri Allah’a ve âhiret yurduna giderken ciddiyetten alıkoyan bir hastalıktır. Yüce Rab o nefislerin iyiliğini isteyince, o hastalığın ilacı olarak bela ve imtihanı verir. O bela ve imtihan, hastaya acı ilacı içiren ve hastalığı gidermek için ağrı yapan damarları kesen doktor gibi olur.

9- Allah katında şehitlik, onun dostlarına verdiği en büyük derecelerdendir. Şehitler, onun has ve yakın kullarıdır. Sıddîklik derecesinden sonra, şehitlikten başka derece yoktur.

Bu dereceye ulaşmanın yolu da ancak düşmanı musallat ederek ona götüren sebeplerin takdiriyle olur.

10- Yüce Allah düşmanlarını helak edip yok etmeyi isteyince, onlara helak olup yok olmalarını gerektiren sebepleri hazırlar. Kâfirlikten sonra azmaları, Allah’ın dostlarına aşırı derecede eziyet etmeleri, onlarla savaşarak başlarına bela kesilmeleri, bu sebeplerin en büyüklerindendir. Böylece, Allah’ın dostları günah ve kusurlarından arınırlar, düşmanlarının da, yok olma ve helak olma sebepleri artar. (Zâdu’l-Meâd, III/218–222. Kısaltılarak.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder