3 Ocak 2016 Pazar

İSİM VE SIFAT TEVHİDİ -2-

Bismillahirrahmanirrahim, Hamd, yalnızca Allah'adır.

İKİNCİ BÖLÜM 


Fâsid Bir Te'vile Ve Zanni Bir İctihâda Tâbi Olmak Dalâlet Esaslarındandır: 

İsim ve sıfat tevhidini inkâr eden veya bilmeyen birisi, iddiada bulunarak dedi ki: "Tevhidin bu kısmı eğer önemli olup küfür ve imanı buna bağlayıcı kılsaydı, müslümanların, hayır ve faziletine şahidlik yaptığı kıymetli âlimler ve değerli insanlar, bu meseleyi ihmâletmemiş ve bunda sapıtmış olmazlardı." Bunu diyenin sözü, batıl ve dalâlet esaslarından büyük bir esasdır. Bu da Allah'ın "Hâk'dan sonra dalâletten başka ne vardır, O halde, nasıl çevriliyorsunuz?" (21) âyet'iyle "Hâk", Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) karar kıldığı, batılda, hâkk'a muhalefet eden herşeyin olduğu, anlaşılır. Herhangi bir akîde'nin (inancın) veya bir sözün hâkk olduğunu, bilirsek bu da, Allah ve Resûlü'nün doğruluğuna karar verdiği bir şey ise, o zaman Allah ve Resûlü'nün Hâk olarak şahadet ettiğine bizim de şahâdet ve kabûl etmemiz vaciptir. Buna muhalefet eden kim olursa olsun önemli değildir. Çünkü Peygamber'den sonra hiç bir kimse hatadan masûm değildir.

Müçtehid bir âlim, hâkk'a muhalefet ettiği meselede ister te'vilci (yorumcu) oluşundan, ister ictihad'ından (22), ister unutkanlığından isterse herhangi bir hükmün delilini bilmeyişinden olsun, mâzurdur. Kendisine hâk ulaşmış hiç bir müslümanın, söz söyleyen kim olursa olsun onun sözü hatırına hâkk'ı terketmesi kat'iyyen câiz değildir. Bunu yaparsa şayet, Allah ve Rasûlü'nün sözünden yüz çevirmiş bir sapık olur. Kaldı ki itikadî meselelerde başkalarına uymak caiz olsun.


Yorumcu Bir Müctehid Mazûrdur: 

Müctehidin ictihâd ve te'vil'inde mazur olduğuna bütün müslümanlar icmâ (sözbirliği) halindedirler. Mâdem ki, hâkk'ı talep ederek onu bulmaya gayret gösteriyor ve ictihadı hakk üzerine anlaşılmasını sağlıyorsa bu böyledir. Bir de her meselede Allah'ın hükmünü bilmemesinde mazûrdur, yoksa tâkat getirilmeyen bir yük olurdu ki, zaten Allah'u Subhânehu ve Teâlâ kişiyi ancak yapabileceği yükü yüklemiştir. (23)

Hâkk'ı talep eden bir âlim, onu çabalayıpta, şâyet bir yorum ve ictihad'ta hata ederse muhakkak ki Allah'u Teâlâ katında ma'zûr sayılır. Peygamberimizin (s.a.v.) "Hakim hükmünde ictihad eder de hata ederse ona bir ecir, ictihad edip isâbet ederse iki ecir vardır." (24) sözüyle amel eder ki, bu meselede söz birliğine varılmıştır. Yine bu meyânda şu âyet-i kerîme'ler zikredilebilinir: "Allah bir topluluğa hidayet ettikten sonra onların, nelerden sakınacaklarını bildirmediği müddetçe onlara azap etmez." (25) Ve "Hata ettiğiniz şeylerde bir günah yoktur, ancak kalplerinizin kasden (bilerek) hata ettiklerine günah vardır." (26) İbni Teymiyye (r.a.) diyor ki, "Bir müslümanı ne işlemiş olduğu, bir günah yüzünden, ne de ehli kıblenin ihtilaf ettikleri meselelerin birinde hata etmesiyle tekfir edilmez." Çünkü Allah'u Teâlâ şöyle buyuruyor: "Peygamber (s.a.v.) ve mü'minler, Rabb'isinden kendisine indirilen Kur'ân'a iman ettiler. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandılar. (Allah'ım) peygamberlerinden hiçbirinin arasını ayırt etmeyiz, işittik ve itaat ettik, ey Rabb'imiz mağfiretini isteriz, dönüşümüz ancak sanadır." (27) diye söylediler. Allah'ın da bu duaya icabet ettiği ve mü'minlerin, hatalarını mağfiret ettiği Sahihi Buhari ve Müslim'de sabit olmuştur. (28)


İbni Teymiyye (r.a.) sözüne şöyle devam ediyor: "Hz. Peygamber'in (s.a.v.) öldürülmesini emrettiği dinden çıkan Havaric'lerle Hulefâ-i Raşidin'den mü'minlerin emiri Ali İbni Ebi Talip harp etti. Onlarla savaşılmasına, sahabe, tabiin ve tebai tabiinlerden olan din adamlarıyla ittifak etmişti. Onlarla savaştıkları halde ne Hz. Ali İbni Ebi Talip ne de Sad İbni Ebi Vâkkas ve diğer sahabeler bunları tekfir etmiş değillerdi, bilakis müslüman saymışlardı. Daha Havaric'lerle savaşılmadan onlar, müslümanların mallarını yağma edip haram olan kanı dökmüşlerdi. Hz. Ali onların bu zülmünü ve başkaldırmalarını defetmek için harp etmişti. Yoksa kafir oldukları için değil. (29) Bu yüzdendir ki hanımlarını esir etmedi ve mallarını da ganimet olarak almadı. Dalâletleri nâs ve icmâ ile sabit olmuş bu insanlarla savaşmayı, Allah ve Resûlü emrettiği halde tekfir edilmediklerine göre kendilerinden daha bilgili kimselerin dahi, hataya düşebildikleri bazı meselelerde Hâkk'a isabet edememiş çeşitli gruplar nasıl tekfir edilebilinirler? Bu gruplardan herhangi birisinin diğer bir grubu kafir sayması kanını ve malını helâl görmesi kesinlikle helal değildir. Kafir sayılan bu gruptan kesinleşmiş bi'datlar bulunsa bile, durum aynıdır." (30) Yine şöyle buyurdu; eğer bir müslüman bir diğerini tekfir etme veya onunla çarpışma hususunda bir yorumdan hareket ediyorsa bu takdirde kendisi tekfir edilmez. Nitekim Ömer İbni Hattab, sahabelerden Hâtıb İbni Ebi Belta'a hakkında: "Yâ Resûlallah! Müsâade et de şu munafığın boynunu vurayım" demiş. Peygamberimiz de (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardı: "Hâtıb, Bedir harbine iştirak etti. Cenâb-ı Hâkk'ın Bedir ehlinin durumlarına muttâli olduğunu ve onlar hakkında; "Dilediğinizi yapın, ben sizi bağışladım." dediğini sen nereden bileceksin? (31) Bu hadis Buhari ve Müslim'de mevcuttur. Buhari ve Müslim'de ifk hâdisesiyle alâkalı şu rivayet de yer alır: "Useyd İbni El Hudayr, Sa'd İbni Ubade'ye: "Sen munafıkları savunan bir münafıksın" dedi. Bunun üzerine iki grup (Evs ve Hazrec'liler) münakaşa etmeye başladılar. Hemen Hz. Peygamber (s.a.v.) aralarını yatıştırıp barıştırdı. (32) Görüldüğü gibi Bedir savaşına katılmış bu ashab arasında biri diğerine "Sen bir münafıksın" diyenler de bulunuyordu. Ve Hz. Peygamber bunlardan hiç birine kafir demiyor, aksine hepsinin de cennetlik olduğuna şehadet ediyordu.


Kezâ Sahıhâyn'de Üsame İbni Zeyd'den rivayet olunduğuna göre, Üsame harp sırasında, bir adamı "Lâilahe illallâh" dedikten sonra öldürmüştü. Hz. Peygamber'e (s.a.v.) bunu haber verdiğinde Allah Rasûlü durumu büyütüp onu hatalı görerek; "Ey Üsame! Lâilahe İllallâh dedikten sonra adamı öldürdün öyle mi?" dedi ve bu sözünü o kadar çok tekrarladı ki neticede Üsame (böyle bir hata yüzünden) 'keşke ancak o gün müslümanlığa girmiş olsaydım' diye temenni etmekten kendini alamamıştır." (33) Fakat buna rağmen Hz. Peygamber, Üsame'ye ne kısâs, ne diyet, ne de kefâreti gerekli kılmamıştır. Çünkü Üsame bir yorumda bulunmuş; Kelimeyi Tevhid'i getiren adamı bunu ancak ölümden kurtulmak üzere söylediğini zannettiği için öldürülmesinin câiz olduğunu sanmıştı. Aynı şekilde Cemel, Sıffin ve benzeri vâkıalarda bulunmuş Selef-i Salihin birbirleriyle savaşmışlardı ve bunların tümü de mü'mindi, müslümandı. Nitekim Cenâb-ı Hâkk'ın "Eğer inananlardan iki grup çarpışırlarsa, onların arasını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa Allah'ın emrine dönünceye kadar saldıranla çarpışın. (Allah'ın emrine) dönerse artık adaletle onların arasını düzeltin ve (her hususta) âdil olun. Allah adâletle hareket edenleri sever." (34) buyurduğu gibi böylelikle Allah Azze ve Celle birbirleriyle vuruşmaları ve birbirlerine karşı azgınlık yapmalarına rağmen bunların mü'min ve kardeş olduklarını beyan etmiş ve aralarının adâletle düzeltilmesini emretmiştir. Bu sebebtendir ki, Selef-i Salihin, aralarında çarpışmalar cereyan etmesine rağmen birbirlerini din dostu bilirler, kafirlerin düşmanlığı gibi düşmanlık etmezler, birbirlerinin şahidliğini kabul eder, birbirlerinden ilim alış-verişinde bulunur, kız alır verir, birbirlerine varis olur ve karşılıklı olarak tamamen müslüman muamelesini uygularlardı. Ve aralarında çarpışma, birbirlerine lanet etme ve benzeri durumlarda olduğu halde bunlara engel olmuyordu. (35)

Âlimlerin Hatalarına Uymak Câiz Değildir:

Müçtehid bir âlim mâzûr ve ecir sahibidir ve böylelikle te'vilde bulunanı da mâzûrdur. Ama Kitab ve Sünnet'e muhalif olduğunu veya hata ettiğini bildiğimizde ona uymamız caîz değildir. Bu sebebtendir ki İmamı Şafi (r.a.) şöyle söylemiş: "Herhangi birisinin görüşü Allah Rasûlü'nün Sünnet'ine ters düştüğü, bir müslüman tarafından farkedilirse, o görüş yüzünden Sünnet'i terketmesi helâl olmadığına müslümanlar söz birliğine varmışlardır ve bu görüş kimin olursa olsun" (değişmez). (36) Bazı âlimlerin aksini kabul ettiği herhangi bir görüş Kitap ve Sünnet'te kesin geldiğini bilir ve bu görüşte itikâdı içerdiğini bizce ortaya çıkarsa acaba ne demek lazım? Binâenaleyh dini hakikatlerin bazı te'vil ve fetvalara zannıyla uyarak yoğunlaşmasını isteyen kimseye deriz ki; "bunların batıl olduğuna inanıyorsan o zaman sakınman gerekir." Te'vil'de bulunan kişiye gelince; Hâkk'ı isteyen onu bulmaya çaba gösteren müslüman âlimlerdense Allah katında mazur sayılır. Lâkin bizler, Hâk ortaya çıkınca falanın veya filanın sözüne uymak için o Hâkk'ı terkedersek asla özürlü sayılmayız.


Âlimlerin Hatalarına Uymayı Câiz Görmek Dalalet Esaslarının En Büyüklerindendir:


Netice olarak, âlimlerin ve fakihlerin sabit olmuş herhangi bir hatasına uymayı câiz görmek dalalet esaslarının en büyüğü olduğunda şüphe yoktur. Eğer uymak câiz olsaydı birçok itikât ve hükümlerin değiştirilmesi gerekirdi. Buna göre su bulamayan cünüb insandan namazın sâkıt olduğu, mut'a nikahın cevazlığı, Peygamber (s.a.v.)'in Isrâ ve Miraç'ı rüyada olduğu, yeminli akdin sayılacağı, Peygamber'i (s.a.v.) vesile edinmenin ve zina edilenin annesiyle nikâhın câizliği, üzümden müstesna olarak diğer içkileri içmenin câizliği gibi fetvalar verilmiş ve Allah'ın birçok isim ve sıfatları te'vil edilmiştir. Bütün bu fetvâlar değerli sahabeler ve faziletli âlimlerden sabit olmuştur. Buna göre fazilet ve ilimde geride kalmışların fetvâları nasıldır kimbilir? Her söylenilenle fetvâ vermek bize câiz olsaydı dinin çoğu inanç ve hüküm yönünden değişmesi gerekirdi.


DİPNOTLAR

(21) Yunus Sûresi âyet 32
(22) Müellif burada ictihâd tabirini, itikâdın tevili içerdiğinden dolayı, lugavî mânâda kullanmıştır. Değilse itikâdî meselelerde ictihâdın câiz olmadığı münakaşa götürmez bir kâidedir. Hatta furuda bile nassın mevridinde ictihada mesağ yoktur denilmiştir.
(23) Bu mevzuda bakınız; Bakara Sûresi âyet 286
(24) Buhâri, El-i'tısâm bil kitabi ves-sünneh C.9, S.133, Müslim, Kitabul-Akdiyeh Bab. 6, Cilt 3, Sahife 13-42, Hadis rakam: 1716
(25) Bakara Sûresi âyet 285
(26) Ahzap Sûresi âyet 5
(27) Bakara Sûresi âyet 285
(28) Mecmuûl-Feteva, Cilt 3, Sahife 282
(29) Her ne kadar müellif, İbni Teymiye4den Hz. Ali'nin havariçleri kafir saymadığını nakil yapsa da Peygamberimiz'in (s.a.v.) haber verdiği gibi; Kur'ân okudukları halde boğazlarından aşağı inmediği, okun   yaydan çıktığı gibi dinden çıkmaları ve öldürülmelerini emretmesi kafir olduklarına yeterli delildir. Rivayetlerdeki tafsilata; Buhari c.2, s. 406, Müslim Hadis No. 1064, Ebu Davut, Hadis No. 4767, Nesei, Hadis c.2, s. 174,  Müsned Ahmed, c.1, s. 81, 113, 131'e bakınız.
(30) Mecmuûl-Feteva, Cilt 3, Sahife 283
(31) Buhâri, Tefsir Sûre 60, C.6, S.186, Müslim, Fedâilüs-Sahabe, Bab. 36, C.4, S.1941, Hadis 2494
(32) Buhâri; Şehâdet, Bab. 15, C.3, S.227-229, Müslim; Kitabu-t-Tevbe, Bab. 10, Hadis rakam: 2770, C.4, S.2129
(33) Buhâri; Diyât, Bab. 2, Müslim; İmân Bab. 41, Hadis rakam: 158-159, Cilt 9, Sahife 4
(34) Hucurât Sûresi âyet 9
(35) Mecmuûl Fetâva, Cilt 3, Sahife 285
(36) İkâzûlhimem-Ulilebsar, S.58, Fullânî İlâmul-Muvakkîîne- İbnil-Kayyim; Cilt 2, Sahife 282

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder