3 Ocak 2016 Pazar

İSİM VE SIFAT TEVHİDİ -3-

Bismillahirrahmanirrahim, Hamd, yalnızca Allah'adır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 


Allah'ın Sıfatlarına İnanmanın Mü'min'in Kalbinde Bıraktığı Tesirler: 

Allah Azze ve Celle, Zatı'nın varlığına iman etmemizi emrettiği gibi meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kazâ ve kadere de inanmamızı emretmiştir. Şüphesiz Allah'a imân rükünlerin en büyüğüdür. Bilâkis imânın diğer rükünleri Allah'u Teâlâ'ya imân etmeye yöneliktir. Allah'u Sübhânehu ve Teâlâ'yı göremediğimizden, ki O'nu dünyada göremeyiz, Peygamberimiz (s.a.v.)'in: "Biliniz ki ölmeden önce Rabb'inizi, göremeyeceksiniz." (37) İfadesinde de buyurdukları gibi; bu yüzden, Allah'u Teâlâ'nın varlığını tasdik etmemiz Zatı'na şahidlik ettiği şeylerle, şahidlik etmemiz için kendisini nitelendiriyor. Zatı'nın yüceliğinden bizlere haber veriyor, tâki nitelendirdiğini tasdik edişimizin kalblerde bir etkisi olsun. İşte imân da budur. Cenâb-ı Hâkk bize kendisini doğurmayan, doğurulmayan ve dengi olmayan bir İlâh olduğunu bildirdiğinde bizim sadece O'na inanmamız, tek O'na ibadet etmemiz sadece O'nu gâye ve kıble edinmemiz ve başkasını O'na şirk (ortak) koşmamamız gerekir. Başka şeylerin de O'na benzediğini iddia etmemeliyiz. Çünkü O'ndan gâyrı herşey sonradan doğmuş ve yaratılmış ki aynı misâli ve benzeri bulunuyor. İşte böylelikle, Subhânehu ve Teâlâ, bize Rahman ve Rahim olduğunu haber edince, her mü'minin kalbi bunu kabul etmesi için O, muhabbetini, mağfiretini ve rızasını arzulamayı kalblerimize, yerleştirerek zem'inini hazırlar. Aynı şekilde, yüce Zatı'nın Cebbar, intikam alıcı ve azabının şiddetliğini bize haber verince de, bu durum mü'minin kalbinde O'nu yüceltmeyi, O'ndan korkmayı yasak ve emirlerine riayet etmeyi doğurur. İşte Cenab-ı Hâkk'ın isimlerinin her ismi ve sıfatlarının her sıfatı, mü'min kullarının kalbinde tesirini böylelikle sağlar.

İlahi Sıfatların Herbirinin Mü'minin Kalbinde Bir Tesiri Vardır: 

Bazı cahiller Allah'ın kendisini nitelendirdiği Peygamber (s.a.v.)'inde, O'nu vasfında bulunduğu sıfatlar arasında mü'minin inancında hiçbir etkisi bulunmayan, söz edilmesinde veya kalbe tesirde bir önemi olmayan ve mü'min de, ister O'nu bilsin veya bilmesin, inkâr veya kabul etsin bununla herhangi bir farklılık getirmeyen sıfatların bulunduğunu zannediyorlar. Bundan kasıtları; zındıklık ve Cenab-ı Hâkk'ın Zatı'nı nitelendirdiği, Peygamber (s.a.v.)'in de O'nu vasfettiği şeyleri bilerek inkâr ve kabul etmeyen ve kendilerinin çıkardığı niteliklerle Allah'u Teâlâ'yı sıfatlandıran filozofların söylentilerine kapılmadır. Yoksa Kur'ân ve Sünnet'te Allah'ın ne sıfatı varsa, ancak bir hikmet, maslâhat ve gâye için getirilmiştir. Eğer böyle olmasaydı onu getirmez ve zikretmezdi. Çünkü Allah ve Rasûlü'nün sözü abeslikten, boş ve lüzumsuz söz olmaktan ve tekrardan münezzehtir. Kim Allah'ı, zikrinde faidesi olmayan, arkasında bir gâye güdülmeyen veya önemsiz ve lüzumsuz sözler sarfettiğini iddia ederse, Allah'ı noksanlıkla ve boş söz söylemekle ithâm etmiştir. Bu durum O'nun ifade ettiği bütün mevzûlar için geçerlidir. Peki, Allah'ın kendisini tâzim için sözleriyle mahlukatına, yüce Zâtı'nı ve güzel sıfatlarını tanıtıyorsa, buna ne demeli? Hiç şüphe yoktur ki Allah kendisini nitelendirdiği kelamıyla sadece bizleri iman bablarından en büyüğüne irşad ediyor. İşte o da, bunlarla Allah'u Subhânehu ve Teâlâ'ya imândır.

Bazı cahil inkarcıların önemsiz saydıkları veya bilinmemesiyle zararı bulunmadığı gibi bilmekle de fayda vermediği, zannettikleri sıfatları bir gözden geçirelim: a) Allah'ı (c.c.) ne bir dalgınlık, ne de bir uyku tutmaz: Allah Kur'ân-ı Kerîm'in en âzim âyetinde kendisini nitelendiriyor. Buhari ve Müslim'de rivayet olunduğu gibi, "O'nu ne bir dalgınlık, ne de bir uyku tutmaz." Nitekim Allah'u Sübhânehu ve Teâlâ da şöyle buyuruyor: "Allah, O Allah'tır ki, kendinden başka hiç bir ilâh yoktur, O ezelî ve ebedî hayat ile bizâtihi kendiliğinden diridir, herşey O'nunla kâimdir. O'nu ne bir dalgınlık, ne de bir uyku tutmaz." (38) Allah'ın, Zâtı'ndan onun daha ednâsı olan uyuklamayı nefyetmesi şüphesiz herşey onunla kâim olduğuna, hayatının kemâl'ine noksanlık ve dalgınlığının kendisinde söz konusu edilmediğinin ve edilemiyeceğinin delilidir. Yine Allah'u Teâlâ'nın Musa'nın diliyle "Râbb'im hata etmez ve unutmaz." (39) dediği gibi. Bu meyânda Allah Rasûlü (s.a.v.) ise şöyle buyuruyorlar: "Allah uyumaz, uyuması da O'na yaraşmaz, tartıyı indirir ve yükseltir." (40) Şayet birisi dese ki: "Âyet ve hadislerde bunların zikredilmesinin, ne gibi bir fâidesi var? Biz de ona deriz ki: "Allah Sübhânehu ve Teâlâ ile herşeyin kâim olduğunu, hayatının mükemmelliğinin Zâtı'nda, bozukluğun, unutkanlığın ve dalgınlığın söz konusu olmadığını beyân etmek içindir." Buna inanmanın da şüphesiz mü'minin kalbinde bir tesiri vardır. Öyle ki O, Allah hakkındaki beyanlara şehadet etmesiyle neticede Allah'ı, tazim eder. Gizli işlediklerine mûttâli olduğunu gece ve gündüzün hangi saatinde O'na dua ederse, işittiğini, yapmış olduğu hiç bir amelinin iyiside kötüsüde O'ndan gâib olmayacağını bilir. Ve durum böylelikle devam eder.


El Sıfatı: İnkarcıların kalblerinin bilerek kabul etmedikleri ve eskiden de zındıkların inkar ettikleri sıfatlardan birisi Allah'u Sübhânehu ve Teâlâ; Zâtı'nın iki eli olduğunu vasfettiği sıfattır ki zaten Cenâb-ı Hâkk kitabında birçok âyet-i kerîmelerde bununla kendisini medh etmiş ve Nebi (s.a.v.) de birçok hadis-i şerîflerde bununla Rabb'ini medh etmiştir. Âyetlerden şu örnekler verilebilir: "Bütün mülk ve saltanat elinde olan Allah, her türlü noksanlıktan münezzeh olup yücelmiştir, O her şeye gücü yeter." (41) "Allah'ı hakkıyla takdir edemediler, halbuki kıyamet günü yer küresi avucunda, gökler de sağ elinde dürülüdür, müşriklerin koştukları, ortaklardan O yüce ve münezzehtir." (42) Yine Allah nefsini medh edip nimetini ve Adem'e (a.s.) verdiği üstün mertebeyi beyân ederek İblis'e şöyle demişti: "İki elimle yarattığıma (Adem (a.s.)) seni secde etmekten alıkoyan nedir?" (43) gibi âyetler. Yahudiler Allah'u Teâlâ'yı cimrilikle ve infâk etmeyişiyle ittihâm ettikleri vakit, "Dediler ki Allah'ın eli kapalıdır." (44) (el açıklığın zıttıdır, yani cimridir). Allah'ın onlara; "Bilakis iki elide açıktır, istediği gibi infâk eder." (45) diyerek cevap vermesi de bu kâbil âyet'lerdendir. Allah'ın kendisini bu sıfatla medh edip bir çok ihsanlarını, kudretini ve azâmetini beyân ettiği birçok hadislerde rivâyet edilmiştir. Bunlardan Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği; Nebi (s.a.v.)'in Ebu Hureyre'den nakledilen şu sözüdür; Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle dedi; "Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu" Kendine infâk et, infâk et." (46) Ve yine buyurdu ki; "Allah'ın sağ eli doludur (cömerttir) gece ve gündüzün devrânı O'nun nafakasını eksiltemez. (46) Ve dedi ki, "Allah'ın, gökleri ve yeri yarattığından beri, neler infâk ettiğini gördünüz mü? Elinde olanı hiç bitmemiştir (boşalmamıştır). Arş'ıda suyun üstündeydi. Tartı elindedir (istediği gibi) onu indirir ve yükseltir." (46) Bütün bunlar Allah'ın, ihsanının büyüklüğü, faziletinin genişliği ve Cenâb-ı Hâkk'ın cömert elinin vergisi ve infâkının devamlı olduğunun beyânıdır. (Burada el sıfatının isbatı ile, cömertlik ayrı ayrı olarak açıklanmaktadır.)

Nebi (s.a.v.)'in: "Hangi birisi helâlden bir sadaka tasadduk ederse ki, Allah ancak helâl olanı kabul eder, muhakkak Rahman (Allah) onu sağ eliyle almıştır. Eğer o bir semere ise Rahman'ın avucunda dağdan daha büyük oluncaya kadar kat kat büyür, tıpkı birinizin (bir yaşına girmiş) tayını inek veya deve, yavrusunu büyüttüğü gibi" (47) sözü de buna benziyor. Bu hadiste Allah Sübhânehu ve Teâlâ'nın kef (avuc) sıfatının isbatı, O'nun fâdlının (nimetinin) ve ihsanının büyüklüğü ve kullarının sadakalarını kabul edip büyüttüğü ve o büyüklüğüne göre hesap gördüğü beyan edilmektedir. Şüphesiz bununla, mü'minin kalbinde Allah sevgisi ve rızasının tesiri bulunmaktadır.

Allah Sübhânehu ve Teâlâ'nın kuvveti Cebbar'lığı ve azapla yakalaması hakkında, Abdullah İbni Ömer'den Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyururlar: "Kıyamet günü Allah yer küresini avucuna alıp gökleri de sağ elinde tutarak, akabinde, "Melik Benim" der. (48) Diğer bir rivayette de "Arzı ve göğü bir avucuna alır sonra çocuğun yuvarlak bir şeyi attığı gibi ikisini atar." (49) Bütün bu rivayetlerde, Allah'ın azâmeti (büyüklüğü), kudretinin mükemmelliği ve kıyâmet günü gökler ve arz küresinin sağ elinde olacağı beyân ediliyor. Yine Buhari ve Müslim'in Abdullah İbni Mes'ud'dan rivayet ettiği bir hadiste bir Yahudi Nebi (s.a.v.)'e gelerek: "Yâ Muhammed! Allah gökleri bir parmağında, yaratıkları da diğer bir parmağında tutarak akabinde "Melik Benim" demektedir" der. Bu söze Allah Rasûlü (s.a.v.) öyle güldüler ki mübârek azı dişleri göründü sonrada. "Allah'ı hakkıyla bilip takdir edemediler, kıyamet günü yer küresi avucunda, gökler de sağ elinde dürülüdür. Allah müşriklerin ortak koştuklarından yüce ve münezzehtir." (50) âyetini okudu. (51) Hiç şüphe götürmez ki, bu sıfata imanın etkisi, mü'minin kalbinde çok büyüktür. Çünkü Allah heybeti kalbte O'ndan korkmayı, emrini ve şanını yüceltmeyi, melikleri kahreden Melik O olduğu, O'nun kabzetmesinden kaçışın olamayacağı ve O'ndan ancak O'na iltica edileceği duygusunu doğdurur.


Bu Sıfatlar Karşısında Hakimiyet Davetçileri Nerede?

Allah'ın hakimiyet sıfatından başka diğer sıfatlarını görmeyen hakimiyet davetçileri bu sıfatları akledip ümmet arasında yaysalardı insanlara Râb'lerini hatırlamalarına, emirlerini yerine getirmelerine yasaklarından kaçınmalarına, milletine ve kendilerine Allah'ın izin vermediği kanunlar koyan kibirli yeryüzü idarecilerinin itibarlarını küçültmelerine en büyük yardımcı olurlardı. Böylelikle tağutlara muhakeme edilmelerinden nefret ettirip, gökleri ve arz'ı elinde küçülttüğü Cebbâr ve Melik olan Allah'a muhâkeme olunmalarını sağlaya bilirlerdi. Ama maâlesef onlardan birisi, kalkıp hatip kesilerek "Allah'ın el sıfatını nasıl tevhid edeceğimi (kalkıp; ona hâs kılacağımı) bilemiyorum? Bu meselenin nasıl neticeleneceğini bilemiyorum? Ah! Bu meseleye nasıl bir ameli bina edeyim?" diyebilmekte. Biz de ona şöyle deriz; "Eğer bilmiyorsan ne olacak? Cahilsen, cahilliğin müslümanlara ne zarar verecek? Bu meseleyi ilim talebelerinin küçükleri bile biliyor." Nitekim Allah zâtına şehâdet etmiş, Rasûlü de O'na şahidlik yapmış kendisini tâzim ettiği (büyüttüğü) şeylerle mü'minler O'nu tâzim etmişler. Müslümanlar arasında arasıra Allah'ın herhangi bir sıfatını bilmeyen, şüphe eden veya inkâr edenlerin çıkması onlara katiyyen zarar veremiyecektir. Ve bu ümmette hak üzerine yardım edilmiş bir grup kalacak, onun sonuncusu deccalla savaşıncaya kadar onlara ne muhalefet eden ve ne de hor gören zarar vermeyecektir. Hamd âlemlerin Râbb'i olan Allah'a mahsustur.


DİPNOTLAR

(37) Süneni İbni Maceh; Kitabul-Fiten, Bab. 33, Hadis rakam: 4077, S.1360, C.2, Müsned İmamı Ahmed; S.324, C.5, Hadisin lafzı İmam Ahmed'in Müsned'indeki lafızdır. Müslim Kitabul-Fiten, Bab. 19, Hadis rakam: 2931, Sahife 2245, Cilt 4, Tirmizi; Kitabul-Fiten, Bab. 56, Hadis rakam: 2235, Sahife 508, Cilt 4
(38) Bakara Sûresi âyet 255
(39) Taha Sûresi âyet 52
(40) Müslim; İmam Babı Hadis rakam: 293, C.1, S.162, İbni Mace; Mukaddime, Hadis 195, Cilt 1, Sahife 70, Ahmed Müsnedde Cilt 4, Sahife 395
(41) Mülk Sûresi âyet 1
(42) Zümer Sûresi âyet 67
(43) Sâd Sûresi âyet 75
(44) Maide Sûresi âyet 64
(45) Maide Sûresi âyet 64
(46) Buhâri; Kitabu-t-Tevhid, Cilt 9, Sahife 150, Hadis rakam: 7411 Müslim; Kitabuz-Zekât, Bab. 11, Hadis rakam: 993, Cilt 2, Sahife 691
(47) Buhâri; Zekat, Bab. 1, S. 113, C.2 Müslim; Zekat, Bab. 19, S.702, Cilt 2
(48) Buhâri; Tevhid, Cilt 9, Sahife 150
(49) Bak. Fethulbari, Sahife 396, Cilt 13'de senedsiz olarak zikredilmekle beraber bu rivayeti Abdullah İbni Vehbin naklettiği belirtilmiş. Bu rivayeti senediyle içeren kaynak elimize ulaşmadığından inceleme imkanı olmadı. Hadiste gelen bu ziyadeliye muteber sayılan hadis mecmualarında rastlayamadık.
(50) Zümer Sûresi âyet 67
(51) Buhâri; Tevhid, Cilt 9, Sahife 150 Müslim; Sıfatü'l-Kıyameh vel-Cenneti ve'n-Nar, Cilt 4, Sahife 2147, Hadis rakam: 2786

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder