29 Aralık 2015 Salı

İSLAMDA MEZHEP -2-

MEZHEBİN BİD'AT OLUŞU KONUSUNDA DEHLEVİ'NİN ARAŞTIRMASI

Şah Veliyyullah ed-Dehlevî, el-İnsaf adlı risalesinde (s.68) der ki: "Şunu biliniz kî

I. ve II. hicri yüzyılda insanlar muayyen bir mezhebi taklit etmiyorlardı. Kûtu'l-Kulûb eserinde, Ebu Talib el-Mekkî şöyle der: "Kitap ve mecmualar sonradan çıkmıştır. İnsanların görüşlerini kabul, insanlardan birisinin mezhebiyle fetva verme, her şeyde sözünü kullanıp beyan etme ve bir mezhep üzerine fıkıh öğrenme işi eskiden İnsanlarda -yani l. ve 2. yüzyılda- yoktu."


İkinci asırdan sonra fıkhı tahric etme olayı çıktı. Araştırmada da görüldüğü gibi

4. yüzyılın insanları dahi bir mezhebi taklit, onun fıkhını öğrenip beyanda bulunma üzerinde birleşmiş değillerdi. Bilakis insanlar alim ve cahil (avam) olmak üzere iki sınıftı. Müslümanlar arasında veya umum müctehidler arasında ihtilaf olmayan icma meselelerinde, avam tabakası ancak şeriat sahibine uyuyorlardı. Abdestİni, yıkanmanın şeklini, namaz ve zekatı ve benzeri hükümleri babalarından veya beldelerinin alimlerinden öğreniyorlar ve bu minval üzerine gidiyorlardı. Başlarına nadir bir olay geldiği zaman, bir mezhebi tayin etmeden herhangi bir müftüye soruyorlardı. Tahric kitabının sonunda İbnü'l-Hümâm şöyle der; "Bir müftüye bağlanmaksızm bazen birisine bazen de diğer birine sorarlardı."

Dehlevî (r.a.), değerli eseri Huccetullahi'l-Baliğa kitabında (1/153) mezkür sözünü zikredip şunu belirtir: "Taklid etmek haramdır. Hiç bir kimse için, delil olmadan, peygamberden başkasının sözünü alması Cenab-ı Hakk'ın şu âyeti kerîmeleriyle haramdır; "Rabbinizin indirdiğine uyunuz, O'ndan başka kimselere tabi olmayınız."31 "Allah'dan inen ayetlere uyunuz, denildiği zaman; biz babalarımızın bulundukları yola tabi oluruz derler."32 Taklid etmeyenleri de medhü sena ederek şöyle der: "Hak sözü işitip de güzellikle tabı olanları müjdele, işte Allah onları hidayete erdirmiş ve akıl sahipleri de onlardır."33 Ve yine: "Bir şeyde çekiştiğiniz zaman hemen onu Allah'a ve onun Rasûlüne havale ediniz. Eğer gerçekten Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız"34 demektedir. Allah, çekişilen bir meseleyi Kur'ân ve Sünnetten gayrı bir kimseye havale etmeyi helal kılmamaktadır.

Sahabe, Tabiîn ve Tebeu't-Tabiîn'in, bir insanın sadece bir imamın sözüne uymasını yasaklamanın Selef-i Salihînin bir âdeti olduğuna dair icmaları sahihtir. Kim sadece Ebu Hanife'nin veya İmam Malik'in veya Şafiî'nin veya Ahmed b.

Hanbel'in görüşlerinin tümünü alırsa, Kitab ve Sünnet'te gelen şeylere itimat etmemiş sayılır. O kişi icma-i ümmetin tümünün ilkine ve sonrakine muhalefet etmiş, övülen üç asırda kendisine bu konuda öncülük eden bir kimseyi bulamayıp, müslümaniarın yolunun dışında bir yola yakinen tabi olmuştur. Binaenaleyh bu fakihlerin hepsi kendilerini ve başkalarını taklid etmeyi yasaklayıp, taklid edenlere muhalefet etmişlerdi. Bunu îmam el-İz b. Abdusselam, Kavaidü'l-Ahkam fi Me salihi'l-En'âm adlı eserinde, Şeyh Salih el-Füllanî İse İkazu Hi-memi Uli'l-Ebsar adlı eserinde zikretmişlerdir.35

Ne ilginçtir ki, yaygın bid'atçi mezhepleri körükörüne taklid edenler, delilden uzak olduğu halde mezhebe nisbet edilen görüşe uyar ve mezhebin imamının sanki bir peygamber olduğuna inanır. Bu tutum, hak ve doğrudan uzaklaşmadır. Biz çok tecrübe ettik ve şahid olduk ki, bu taklitçiler, imamlarının hata yapmayacağına, her söylediğinin mutlak doğru olduğuna inanırlar. Delil, mezhebinin görüşünün aksine bile olsa taklidi terketmeyeceği görüşünü kalbinde gizlerler. Bu durum, Tirmizî ve diğerlerinin Adiy b. Hatem'den rivayet ettiği hadisin konusuna tıpatıp uygundur:

"Rasûlullah'ı; "Onlar Allah'ı bırakıp alimlerini ve rahiplerini Allah'dan gayrı rab edindiler...36 âyetini okurken işittim. Ona:

Yâ Rasûlullah! Onlar alimlerine ve rahiplerine ibadet etmiyorlardı dedim. Bana:

Onlar birşeyi helal kabul ettiğinde onu helal kabul ediyorlar, bir şeyi haranı gördüğünde onu haram kabul ediyorlardı. Bu, onların ruhban ve alimlerine ibadet etmeleridir "buyurdu."37

RASÛLULLAH'TAN BAŞKA BİRİSİNE TAASSUP GÖSTEREN SAPIK VE CAHİLDİR

Ey müslüman! Allah'ın itaat etmemizi farz kıldığı masum Rasûlullah'ın hadisi bize ulaştığında biz bu hadisi terkedip bir mezhebi taklid ederek o şahsa ve görüşüne uyarsak, bizden daha zalim kim olabilir ve kıyamet günü bu konuda Allah'a nasıl bir mazeret ileri sürebiliriz? Rasûlullah'ın dışında bir kimseye taassup gösterip onun sözünü, diğer imamları nazarı itibare almadan sadece kendi imamının sözüne uymanın farz olduğunu ve en doğru söz olduğunu kabul etse, bu kimse sapık ve cahildir. Belki de tevbe ettirilmesi gereken bir inkarcı olur. Tevbe ederse bu inkardan kurtulur, etmediği takdirde öldürülur. O insan bu kadar imamdan sadece kendi imamına tabi olmanın insanlara farz olduğuna inanırsa, o kişiyi Rasûlullah'ın konumuna oturttuğu için kafir olur.

Şöyle denilmesi gerekir: Avam için falan imam filan imam diye bir ayırım yapmaksızın müçtehitlerden birini taklit etmesi meşru veya farzdır. Müçtehitleri seven, onlardan zannınca sünnete muvafık olan herbirini taklid eden kimse güzel bir iş yapmıştır. Bütün Tabiîni terkederek sadece bir müçtehide taassup göstermek, Rafîzî ve Hariciler'in yaptığı gibi bütün sahabeyi bırakarak sadece bir sahabeye taassup göstermek gibidir.

Bu, Kitap, Sünnet ve icma ile haktan çıktıkları sabit olan ve kötülenen bid'at ve heva ehlinin yoludur.

Şeyhu'l-İslâm İbn-i Teymiyye, Fetâvayi'l-Mısriyye adlı kitabında şunları zikreder: "Bir kişi Ebu Hanife, imam Malik, imam Şafiî veya Ahmed b. Hanbel'e tabi olsa ve bazı meselelerde başka mezhebin görüşünü daha kuvvetli görüp ona tabi olsa, bu çok güzel bir davranıştır. Bu davranışı, onun ne dinini ne de adalet ve doğruluğunu zedeler. Bilakis bu, gerçeğe daha yakın ve bu kişi Allah ve Rasûlüne, Rasûlullah'tan başka birine taassup gösterenden daha sevimlidir. Mesela Ebu Hanife'ye çok aşırı sevgi duyan bir kişi Ebu Hanife'nin görüşünün tabi olunması gereken tek doğru olduğunu kabul edip, diğer imamları nazarı itibara almazsa bu kişi cahildir ve hatta inkarcıdır, böyle birisinden Allah'a sığınırız."

el-İkna' ve şerhinde şunlar yer alır: "En uygun görüş, herhangi bir mezhebe girmenin gerekli olmayışı ve başka bir mezhebe geçebilme imkanının olmasıdır. Cumhuru ulema hiç kimseye belli bir mezhebe girmelerini ve Allah Rasûlüne muhalefet edilen bir konuda bir imama tabi olmalarını gerekli görmez. Allah herkese, her halükârda Rasûlullah'a itaati farz kılmıştır." İbn-i Teymiyye, el-Kaza mine'l-İnsaf adlı eserinde şöyle der: "Kim belli bir imamı taklid etmeyi farz olarak görürse tevbe etmesi söylenir, yapmazsa öldürülür. Çünkü bu farziyyet, rububiyyetin özelliklerinden olan teşri" (hüküm verme) konusunda Allah'a şirk koşmadır."


KEMAL B. HÜMÂM'IN BELİRLİ BİR MEZHEBE BAĞLANMANIN GEREKSİZ OLDUĞUNU BELİRTMESİ

Kemal b. el-Hümâm, Hanefî fıkhının usul kitabı et-Tahrîr adlı eserinde şunları zikreder: "Belirli bir mezhebe intisab etmenin gerekliliği, sahih görüşe göre gereksizdir. Allah ve Rasûlü'nün farz kıldığı şeyin dışında bir farz yoktur. Ne Allah ne de Rasûlü, bîr kimseye, imamlardan birinin mezhebine intisabını dinin her hususunda onu taklid edipte diğerlerini gözardı etmeyi farz kılmadı. Faziletli devirler, mukallidlerin çoğunun; İmamının metodu hakkında bir bilgisi olmadığı halde "Ben Hanefîyim veya Şafiîyim" demelerine rağmen, belirli bir mezhebe intisab etmenin gerekliliği görüşü olmadan geçti. Somut bir sözle Şafiî veya Hanefî olunmaz. Birisi "Ben fakihim" veya "Ben katibim" demekle fakih ve katip olamayacağı gibi, imamının metodundan uzak olmakla ve sadece lafla o mezhebe girilmiş olmayınca, somut iddia, anlamsız ve boş sözlerle o mezhebe intisab etmek nasıl doğru olabilir?" İkazu Himemi Uli'l-Ebsâr adlı eserinde Fullanî "Mukallid ile muttebi (uyan. tabi olan)" arasındaki farkı şöyle beyan eder: Mukallid, bir konuda Allah ve Rasûlü'nün hükmünü değil de, mezheb imamının görüşünü sorar. Mezheb imamının görüşü Allah'ın kitabına ve Rasûlullah'ın sünnetine muhalif olduğu ortaya çıksa bile, asla Kur'ân ve Sünnet'e dönmez. Muttebi ise Allah ve Rasûlü'nün hükmünü sorar, başkasının görüşünü ve mezhebini sormaz. Başına bir iş gelse onu ilk alime sormayı gerekli görmez, rastladığı herhangi bir alime sorar. Başkasının görüşlerini de duymadan birinci görüşle ibadet ve taassup etmeyi, verdiği fetvanın Kitap ve Sünnetin nassına muhalif olsa bile ona iltifat etmeyecek derecede müdafaa etmeyi gerekli görmez, işte muteahhirunun taklidi ile selefin kabul ettiği ittiba arasındaki fark budur."38

Taklid fıkıhda: Söyleyen için bir delil olmaksızın onun görüşüne uymaktır. Bu şeriatte yasaklanmıştır, ittiba (uymak, tabi olmak) ise delilini görerek uymaktır. Allah'ın dini konusunda taklid sahih değildir, ittiba ise gereklidir.

Avamın müftünün görüşünü alması -müftünün hata etme ihtimali olmasına rağmen, bu avam için- uygun olur da, hadisi alması nasıl uygun olmaz?

Rasûlullah'ın sahih sünnetiyle falan veya filan amel edinceye kadar amel etmek caiz olmaz, amel etmede şart olurdu ki, bu da batılın batılıdır.39 Bunun içindir ki Allah insanlardan hiçbirine vermediği hüccet ve delilleri Rasûlüne vermiştir. Hadisle amel eden veya anladıktan sonra hadisle fetva veren kimse için hata ihtimali tasavvur edilmez. Bu (hadisle fetva vermek) bîr çeşit ehliyeti (ihtisası) olanlar içindir. Ehliyeti yoksa: "Bilmiyorsanız İlim ehline sorunuz."40 âyetine uyması görevidir.

Fetva isteyenin, müftünün veya hocasının sözünden kendisi için yazılanlara güvenmesi caiz olduğuna göre. sika ravilerin Rasûlullah'tan yazdıklarına itimat etmesi daha evladır.

Hadisi anlamadığı kabul edilse bu, müftünün fetvasını anlamayan gibidir. Anlamını bilen kişiye sorar. Hadis de böyledir. Dediler ki: Haber, hüccet olma konusunda, kıyas ve içtihattan önce gelir. Hadisle amel etmek ise rivayetle amel etmekten daha evladır."

Allame İbnu Nüceym, Bahrü'r-Râik adlı eserinde şöyle der: "Açık (sarih) bir nassla amel etmek kıyasla amel etmekten daha evladır. Eğer hadisin manası zahir ise onunla amel etmek vacip olur."

Özetlersek, doğru anlayış sahibinin hadisten anladığı kadarıyla amel etmek dini maslahatlardan olup, hepisinde mezheb budur. Bu yüzden imam Ebu Hanife fetva verdiğinde şöyle derdi: "Bu konuda ulaşabildiğimiz bilgi noktası budur. Bundan daha mükemmeli bulunursa doğru olmaya en uygun odur." Bu görüşü Şa'ranî de "Tenbihu'l- Muğterîn" de nakletmektedir

Aliyü'l-Kârî şöyle der: "Bu ümmette bir kişinin Hanefî, Malikî, Şafiî veya Hanbelî olması gerekmez. Alim olmayan her insanın bilmediğini ilim ehlinden birine sorması gerekir.

Dört imam da ilim ehlindendir. Bunun için "Bir alime tabi olan Allah'a salimen ulaşır"41 denilmiştir. Her mükellef Peygamberlerin efendisi Muhammed (s.a.v.)'e uymakla emrolunşuştur.


UYULMASI GEREKEN İMAM RASÛLULLAHTIR

Allame Abdülhak ed-Dehlevî, es-Sıratü'l Müstakîm adlı kitaba yazdığı şerhinde şöyle der: "Gerçekten uyulması gereken imam Rasûlullahtır. Başkasına uymak akıllılık değildir. Bu Selef-i Salihînin - Allah bizi de onlardan kılsın - yolu dur."

imam Şafiî (r.a.) şöyle der: Kendisine Rasûlullah'ın bir hadisi açıklanan kişinin, başka birinin sözü ve görüşü için o hadisi terketmesinin helal olmadığı konusunda müslümanlar icma (görüş birliği) halindedirler.42

Şüphe yok ki, ehl-i hak Rasûlullah'ın izini takip eder, ne kadar çeşitli olursa olsun bazen biriyle bazen ötekisiyle olmak üzere onun amel ve emirleriyle amel eder. Rasûlullah 'tan sonra da Hulefa-i Raşidîn ve sahabeyi (r.a.) bu ayetlere dayanarak örnek alırlar. "Ey Muhammed, de ki: "Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın, Allah affedici ve merhamet sahibidir."43 "Allah Rasûlü size ne getirirse onu alınız, neden de sakındırırsa ondan'da sakınınız."44 Bu konuda daha birçok âyet vardır.


İHTİLAF VE TEFRİKALAR MEZHEPLERE TABİ OLMA YÜZÜNDENDİR

Bazı konularda Rasûlullah'tan gelen rivayetler çok oldugu ve hangisinin Önce hangisinin sonra olduğu bilinmezse ve tarih belli olmazsa, Rasûlullah'ın yaptığını yerine getirmek ve ona tabi olmak için, bazen birini, bazen ötekini olmak üzere hepsini yerine getirmek gerekir. Böylelikle Allah Rasûlü'nün her yaptığını yapmış ve ona tabi olmuş olursun. O rivayetlerden birini seçip diğerini yadırgadığın vakit, senin durumundan cidden korkulur. Yahutta nassın karşısında bir kusur aramaya kalkarsan, farkına varmadan haktan çıkmış olursun. Müslüman bir kimse için; hevasından konuşmayan, konuştukları sadece vahiy olan Rasûlullah'tan sabit olan şeyi yadırgaması nasıl uygun olabilir? insanlar bazı görüşleri alıp bazı görüşleri terketmeyi alışkanlık haline getirince, çeşitli mezhepler ortaya çıktı. Bizim görüşümüz, sizin görüşünüz, bizim kitaplarımız, sizin kitaplarınız, bizim mezhebimiz, sizin mezhebiniz, bizim imamımız, sizin imamınız deyip durdular. Nefret, kibirlenme, hased ve böbürlenmeden müslümanların işlerinin dağınık olması; cemaatlerin, zorba ve frenklerin lokması haline gelecek kadar parçalara ayrılması neticesini doğurdu. Müslüman müçtehidlerinin herbiri. Ehl-i Sünnetten olan bizim imamlarımız değil midir? Allah onların zumresiyle birlikte bizi haşretsin. Mutaassıplara ise yazıklar olsun. Allahım bizi ve mutaassıpları doğru yola ilet.

Meseleyi objektif bir araştırmayla incelediğimiz vakit mezhepler, müslümanları tefrikaya düşürmek, parçalara ayırmak için İslâm düşmanları tafından süslendirilip, hoş gösterilip ortaya atıldı. Yahutta yahudi ve hırıstiyanlara benzemek isteyen cahiller tarafından uyduruldu. Birçok işlerdeki durumları böyle olduğu gibi mutaassıp cahiller, her devirde çok olup insaflı davranmamışlar, hak ile batılı ayırdedeme mişlerdir.

İbnü Abdilberr ve İbn-i Teymiyye şöyle der:

"Rasûlullah'tan gelen haber sahih olduğu vakit hiçbir insanın sözü Rasûlullah'ın sözüne denk olamaz. Rasûlullahın sünneti alınmaya ve amel edilmeye daha layıktır. Her müslüman böyle davranmalıdır. O, rey ve mezhebe âyet ve hadîsten önce yer veren taklid gruplarının yaptığı gibi yapmaz. Belki de müçtehid bu nassı gördü de, bildiği bir illetten veya başka bir delili görmesinden dolayı onu terketmiştir, demek suretiyle akli ihtimaller, nefsanî hayaller ve şeytanî mutasaassıpiıkla Kitap ve Sünnete karşı gelmez."

Bu ve buna benzer olaylar, mutaassıp fırkaların bu işe düşkün olmaları ve taklitçi cahillerin de bunu uygulamalarındandır.

Ömer şöyle der: "Sünnet (yol), Allah ve Rasûlü'nün gösterdiği yoldur, Re'yin (görüşün) hatasını bu ümmete yol olarak göstermeyin. Allah Hz. Ömer'den razı olsun. Sanki o bunun olacağı kendisine bildirildi ve ondan bizi sakındırdı.

Bu asırlarda şahit olduk ki, Rasûlullah'ın sünnetine muhalif, Allah'ın kitabındaki nasslarla çatışan ne varsa onu yol olarak gösterdiler, ona din olarak inandılar, ihtilaf halinde ona müracaat ettiler ve onun adına da "mezhep" dediler. Allah'a yemin olsun ki bu İslâm ve ehline bir musibet ve beladır, taassupçuluk ve taraftarcılıktır. Biz Allah içiniz ve ona döneceğiz.

İmam Abdurrahman el-Evzaî (r.a.) şöyle der: "insanlar seni terketse bile selefin rivayet ettikleri haberlere uy. Sana güzel, süslü, yaldızlı sözler söyleseler de kişilerin re'y ve görüşlerinden kaçın."

Bilal b. Abdullah b. Ömer'den rivayet olunmuştur ki: Babası Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle demiştir: "Rasûlullah;

"Kadınları mescidlerden alıkoymayın" buyurdu.45 Ben de; "Ama ben ailemi alıkoyuyorum, dileyen bıraksın" deyince, bana dönerek:

Allah sana lanet etsin. Allah sana lanet etsin, Allah sana lanet etsin. Rasûlullah'ın onları mescidlerden menetmemeyi emrettiğini duyduğun halde nasıl böyle konuşursun, dedi ve kızarak kalkıp gitti."46 Allah (c.c.)Sahabelerin tümünden razı olsun.47

İMAM EBU HANİFE'NİN MEZHEBİ KUR'AN VE SÜNNETLE AMEL ETMEKTİR

Hîdaye48 sahibinden rivayet edilmiştir: "Ebu Hanife (r.a.)'ye:

Söylediğiniz söz Allah'ın kitabına muhalefet ediyorsa ne yapalım, diye sordular.

O:

Allah'ın kitabı için benim sözümü terkedin, dedi. Rasûlullah'ın haberine muhalefet ediyorsa, diye sordular. O: Rasûlullah'ın haberi için benim sözümü terkedin, dedi.

Sahabenin sözüne muhalefet ediyorsa, diye sordular. O: Sahabenin sözü için benim görüşümü terkedin. dedi."

Beyhakî'nin Sünen'inde el-İmta' adlı kitapta yer alan bir rivayette imam Şafiî şöyle der:

"Bir görüş ortaya attığımda, Rasûlullah'tan benim görüşüme aykırı bir rivayet varsa, Rasûlullah'ın sözünün doğru olması daha evlâdır. O halde beni taklid etmeyiniz."

İmam el-Harameyn, bu olayı Şafıîden bizzat nakletmiştir. Bunda şüphe yoktur. Kafi'de şu görüşler yer alır:

"Kadı, bir konuda içtihat yapıp fetva verse, Rasûlullah'tan da aynı konuda, o fetvaya aykırı bir hadisin var olduğu sabit olsa, hadisle amel etmek gerekir. Çünkü Rasûlullahın sözü, kadının görüşünün altında olamaz. Sahih hadis, kadının görüşünden daha düşük derecede olamaz. Kadının görüşü şer'i bir delile uygun olduğu var kabul edildiğin de, Rasûlullah'ın sözü daha fazla öneme sahip ve tercihe lâyıktır."

İbnü Kayyım el-Cevziyye, İ'lamu'l-Muvakkiîn49 adlı kitabında şöyle der: "imam Ebû Hanife'nin arkadaşları, zayıf hadisin kıyas ve re'yden önce geldiği konusunda müttefiktirler. Ebu Hanife, mezhebini bu görüş üzerine kurmuştur."

Hadisle amel etmek vacip değil veya caiz değildir diye kim diyebilir? Bunu ancak, sırf vehim ve hayal ile Allah'ın hüccetini reddetmek isteyen kişi söyleyebilir. Bu, müslüman birisinin tutumu değildir. Kim anlaşılmazlık özrünü getirirse bu geçersizdir. Allah, kitabını amel edilsin ve manaları anlaşılsın diye indirmiş ve Rasûlü'ne de onları tüm insanlara açıklamasını emretmiştir. "Sana; insanlara gönderileni açıklayasın diye zikri (sünneti) İndirdik. Belki düşünürler."50

Nasıl olur da Rasûlullah'ın insanlara açıklamış olduğu sözleri, sadece bir kişi tarafından anlaşılmıştır denilebilir?

Hele hele bu zamanda, bunların iddialarına göre bir kişi dahi anlayamaz. Çünkü dünyada asırlardan beridir müçtehit yoktur. Muhtemeldir ki bu sözler Kur'ân ve Sünnete muhalif görüşünün avam, tarafından anlaşılmamasını isteyen bazıları tarafından ortaya atılmış, bununla hükümlere sebeb olan Kitab ve Sünnetin anlaşılması, İçtihad ehline münhasır kılınmak istenmiştir. Sonra da dünyada İçtihad ehli yok denilmek suretiyle nefyedilmistir. Neticede bu gibi kelimeler aralarında yayılmıştır, işin hakikatini Allah daha iyi bilir. Ya da bazılarının Kitap ve Sünnet'in zahirine uygun diğer mezhepleri tercih etme eğilimlerini engellemek içindir. Bazıları buna ilaveten, insanlar tercihe yol bulmasınlar, tercih konusunu arzu etmesinler diye, bir mezhepten bir mezhebe geçmenin caiz olmadığını söylemişler ve Telfik'i (Bir meselede bir mezhebin, diğer bir meselede diğer mezhebin görüşüne göre amel etmek) yasaklamışlardır.51 Basiret ehli kişilerce bilinmektedir ki, bu ve buna benzer sözlerin islâm dininde bir etkisi ve kıymeti yoktur. Bunların çoğu akla ve nakli rivayetlere aykırıdır. Bununla birlikte ilim ehlinden bir çoğu farz olmasına rağmen Rasûlullah'a itaatten kaçınırlar, sahih isnadlarla sika ravilerin rivayet ettikleri Rasûlullah kelamına iltifat etmezler. Mezkur mezhep sahiplerinin isnadsız olarak mezhep kitaplarındaki rivayetlerine rağbet gösterirler. Birisini hadis ve Kur'ân'ı imamın sözüne tercih etmeye yöneldiğini gördüklerinde onu sapık ve bidatçi olarak kabul ederler!!!

Her müslümanın hadislerde sabit olan şeylerle amel etmesi vaciptir. Ona muhalefet eden kimsenin durumu çok korkunçtur. "Peygamberin çağrısını, kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. Allah içinizden sıvışıp gidenleri bilir. Onun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar."52

Bir hadis ittiba için ortaya konulsa, o zaman müslüman taklidde israr etmemelidir. Bununla birlikte taklidde israr ederse âyetteki şu kimselerin durumuna ne kadar benzemiştir: "Sen, kitab verilenlere her türlü delili getirsen, yine de kıblene uymazlar, sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Andolsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun."53

Müslümana gereken hadisi almasıdır. Falanın veya filanın mezhebinden olması onu bu davranışından alıkoyamaz. "Ey inananlar! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden buyruk sahibi olanlara da. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz - Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız - onun hallini Allah'a ve peygambere bırakın, bu sonuç itibariyle en güzeldir."54 Müracaat; anlaşmazlık halinde Rasûlullah'a, onun sözüne ve görüşlerine başvurmaktır. Ümmet arasındaki anlaşmazlıklar meydana geldiğinde Rasûlullah'ın sözüne müracaat etmek vacip olur.


MÜÇTEHİD İÇTİHADINDA HATA DA YAPABİLİR, DOĞRUYU DA BULABİLİR TEŞRİDE. HATA YAPMAYAN SADECE PEYGAMBERDİR

Çok ilginçtir ki, insanlar müçtehidin doğruyu bulabildiği gibi hata edebileceğini bilmelerine. Rasûlullah'ın hatadan korunmuş olduğuna inanmalarına rağmen, hepsi görüldüğü gibi müçtehidin sözünde israr ediyor. Rasûlullah'ın sözünü terkediyorlar. Keşke sadece müçtehidin görüşlerini almakta ısrar etselerdi, aksine onlar her gürültü koparan ve anıran kimselerin yazdıklarına yapışıyorlar ve onları almakta ısrar ediyorlar. Mesela, Maveraunnehir bölgesindeki Hanefî cahilleri, Rasûlullah'tan sabit, sahabe ve müçtehidlerin tamamı ve özellikle de Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed tarafından yapılan ve kabul edilen bir sünnet, özellikle de Muhammed b. el-Hasen eş- Şeybanî'nin Muvatta'sı, Tahavî'nin Şerhu Maani'l-Asâr, Fethu'l-Kadir, el-'İnaye, Umdetu'l-Karî ve Hanefi Mezhebi'nin muteber fıkıh kitaplarında olmasına rağmen, el- Keydanî'nin teşehhüdde işaret parmağını kaldırmanın haram olduğunu söylemesine ve onları bundan men etmesine itimat etmişlerdir.55

Biz insanlardan itaat ve ibadet ehli gördük. Lakin hadisle amelde biraz ihmalkâr davranıyorlar. Hadisin emrine önem vermiyorlar. Fakat onlar mezheplerine ve kitaplarında yazılı olan şeylere itina gösteriyorlar ve hadisleri sanki reddedilmiş bir iş olarak zannediyorlar. Bu düşüncenin kaynağı gerçekten cehalettir.

Şeyh Muhammed Hayatü's-Sindî şöyle der: "Her müslümanın Kur'ân ve hadislerin anlamlarını öğrenmeye, mânâlarını anlamayı araştırmaya, onlardan hüküm çıkarmaya gayret göstermesi gerekir. Eğer hüküm çıkarmaya güç yetiremezse âlimleri taklid etmesi gerekir. Fakat belli bir mezhebi taklid etmesi gerekmez. Çünkü böyle bir taklid o mezhebin İmamını nebi yerine koymak gibi olur.56 O kişi için her mezhepten en ihtiyatlı olan görüşleri alması gerekir. Zaruret halinde ruhsatlarla amel etmesi de caiz olur. Zaruret olmadığı takdirde en güzeli ruhsatı terketmektir. Günümüzde, belirli bir mezhebe intisap etmenin gerekliliğini ortaya atan kişilerin bir mezhepten bir mezhebe geçmeyi caiz görmemeleri cehalet, bid'at ve yoldan sapmadır. Onları, mensuh olmayan sahih hadisleri terkettiklerini ve mezheplerine mesnedsiz ve dayanaksız bağlandıklarını gördük."

imam Şafiî şöyle der: "Kim bir şeyin helâl veya haram olması konusunda sahih bir hadisin aksine belirli bir mezhebi taklid eder taklid onu sünnet ile amel etmekten alıkoyarsa, taklid ettiği kimseyi Allah'ın haram kıldığını helâl, helal kıldığını haram yaptığı gerekçesiyle Allah'dan başka rab edinmiş olur."

Ne ilginçtir ki, onlara sahabenin birinden sahih hadise muhalif bir haber ulaştığında bunların aralarında bir çözüm yolu bulamazlarsa, hadisin kendilerine ulaşmadığını söylemeyi caiz görürler. Bu, onlara ağır gelmezki doğru olan da budur. Fakat, taklid ettikleri kimselerin görüşüne muhalif bir hadis kendilerine ulaşırsa, onu her ne şekilde olursa olsun kelimeleri gerçek anlamlarından çıkararak tevil etmeye çalışırlar. Muhalefet ettikleri haberle kendi görüşleri arasında bir ilişki olmadığı söylendiği vakit veya taklid ettikleri kimseye bu hadisin ulaşmadığı söylendiğinde kıyameti koparır ve bunu çok çirkin görürler. Bu, onlara zor gelir. Şu miskinlerin haline bak, Sahabeye (r.a.) hadisin ulaşmamasını caiz görürken mezheb sahipleri için bunu kabul etmezler. Halbuki aralarındaki fark yerle gök gibidir. Bu gibi kimselerin hadis kitaplarını okuduklarını görürsün, fakat onlar bu konuda birşey bilmezler. Hadis kitaplarını teberruken okurlar. Mezheplerinin hilafına bir hadis gördüklerinde, onu te'vil ederler. Te'vil edemediklerinde ise; hadisi bizden daha iyi bileni taklid ettik, derler. Allah'ın bu konudaki delilinin kendi haklarında olduğunu bilmiyorlar mı? Mezheplerine uygun bîr hadîs gördüklerinde sevinirler, muhalif bir hadis gördüklerinde onu görmemezlikten ve duymamazlıktan geliyorlar. "Hayır, Rabbîne and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip. sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar."57

Sind b. Anan, İmam Malik'in Müdevvene isimli kitabına yazdığı şerhde şöyle der: "Sırf taklid ile yetinmeye hiçbir reşid (olgun) kimse razı olmaz. Böyle bir şey tembel ve cahil veya inadçı ve akılsız kişilerin işidir. Biz, taklid her ferde haramdır, demiyoruz. Fakat hükmün delilini, müçtehidlerin görüşlerini bilmesini gerekli görüyoruz. Avamın alimi taklid etmesini gerekli kabul ediyoruz. Taklid başkasının görüşünü kabul etmektir, hüccet ve delil olmadan bu görüşü taklid etmekle asla bilgi elde edilemez. Belirli bir kişinin mezhebine girmek bid'attir. Çünkü biz kesinlikle biliyoruz ki, sahabe asrında böyle bir mezhep anlayışı yoktu. Onlar Allah'ın Kitabına ve Sünnete, delilin yokluğunda ise aralarında istişare ettikleri görüşe müracaat ederlerdi. Tabiîn de böyleydi, delil bulamadıklarında içtihad ederlerdi. Üçüncü asırda da İmam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel (Allah hepsinden razı olsun) öncekilerin metodu üzere idiler. Onların zamanında belirli bir kişinin mezhebini takip etmek yoktu, imamlara tabi olanlar da (talebeleri) onlara yakındı. İmam Malik ve benzerlerinin nice sözleri vardır ki, o sözlerde arkadaşları kendilerine muhalefet etmişlerdir. Taklid ehline şaşılır ki, nasıl oluyor da bunun (taklidin) eskiden var olduğunu söyleyebiliyorlar? Halbuki (taklid) Hicretten iki yüz sene ve peygamberin övdüğü asırlardan sonra ortaya çıkmıştır."

Ben derim ki: Sind b. Anân'ın, belirli bir şahsın taklid edilmesini, onun görüşünün Kitap ve Sünnete muhalif olsa bile din ve mezhep edinilmesini zemetme konusunda zikrettikleri doğrudur. Bid'atın kötü ve adi bir özellik, müslümanları bölmek ve parçalamak, onlar arasında düşmanlık ve buğzu yaymak için şeytanın kurduğu bir hile olduğunda şüphe yoktur. Onların, Rasûlullah'ın ashabından hiçbirine yapmadıkları ta'zimi müçtehid imamlarına yaptıklarını görürsün. Mezhebinin görüşlerine uygun bir hadis bulduğu vakit sevinir, ona boyun eğer ve teslim olur. Mezhebinin dışındaki mezhebin görüşünü teyid eden, mensuh ve zıd olmaktan uzak sahih bir hadis bulsa, onda uzak ihtimaller ve başka mânâlar ileri sürerek: sahabeye, tabiine ve açık nassa muhalefetine rağmen kendi İmamının mezhebini tercih yönünü arar. Hadis kitaplarından birini şerhetse, görüşüne muhalif olan her hadisi tahrif eder. Bunu yapmaktan aciz kalırsa, ya husumetten ya da amel edilmesin diye ortada hiçbir delil yokken hadisin mensuh olduğunu iddia eder.

Körükörüne taklid yapanlar, bu taklidi din ve mezhep edinirler. Öyleki, onlara nasslardan binlerce delil getirsen ona kulak vermez, bilakis arslandan kaçıp ürken eşekler gibi onlardan kaçarlar. Mescid-i Haram'a yakın oturan Hindistan ve Buharalılar'ın çoğu ellerinde teşbihleri, başlarında sarıkları Delail-i Hayrat, Hatm-i Hâce, Kaside-i Bürde ve bunun gibi kitapları okumaya kesintisiz devam ederler ve bunun sevap olduğunu zannederler.58 Onlar teşehhüdde şehadet parmaklarını kaldırmazlar. Birgün onlara; Bunun Rasûlullah'tan ashabın ve müçtehidlerin bildirdiği sabit bir sünnet ve bu parmağı kaldırmak şeytana demir sopayla59 vurmaktan daha şiddetli olduğu halde bunu niye yapmıyorsunuz? diye sordum. 

İleri gelenlerinden biri:

Biz Hanefîyiz, bizim mezhebimizde bu caiz değil, hatta haramdır, cevabını

verdi.

İmam Malik'in Muvatta'sı, Tahavî'nin Şerhü Maani'l-Asar ve İbnü Hümâm'ın

Fethu'l-Kadîr'inden konuyu açıkladım. Bana:

Bu mütekaddimunun (önceki alimlerin) görüşüdür. Müteahhirun (sonraki alimler) bunu yasaklamıştır, el- Mesudî'nin Kitabu's-Salat ve el-Keydanî'nin el-Hulasa adlı eserlerinde olduğu gibi bu hadis mensuh olduğu için terketmişlerdir, dedi ve bu sünneti terketmede ısrar etti. Cahil insanlar da böyle hakkı kabul etmemekte direnen inatçı kişileri salih ve vuslat ehli kimseler zannettiler. Evet onlar vuslat ehli kimselerdir, ama şeytanlara!!!

Ebu'l-Kasım el-Kuşeyrî şöyle der:

"Hakkı (gerçeği ve doğruyu) arayan kişiler olarak bizim görevimiz hatadan beri olan kimseye uymamız, hata eden kimseyi taklid etmekten uzak durmamızdır. Müçtehidlerden gelen şeyleri Kitap ve Sünnet'e arzederiz. Eğer o ikisine uygunsa kabul ederiz, aksi halde terkederiz. Peygamberimiz (s.a.v.)'e ittiba etme konusunda kesin delil vardır. Fukaha ve sufilerin görüş ve amellerine ittiba konusunda bize bir delil sabit olmamıştır. Ancak, Kur'ân ve Sünnet'e arzedildikten sonra ittiba etmeğe delil vardır.

Delillerden yüzçevirip, mezheplerinde taklidin doğru olmadığı konularda taklidde ısrar edenlere yazıklar olsun. Şer'î deliller, fıkhî ve tasavvufi görüşler bunu reddetmektedir. Araştıran, ihtiyatlı davranan, anlamadığı yerde duran kimse övülür.

Kim, imamın görüşü Kitap, Sünnet, İcma veya sahih kıyasa muhalif olduğu ortadayken, taklidde ısrar ederse, bu kimse davasında ve imamına bu konuda uymasında yalancıdır. Taklidinde de yalancıdır. Bilakis hevasına ve arzusuna tabi olmaktadır. İmamların hepsi de ondan uzaktır. O kişinin imamlanyla ilişkisi, ehl-i kitabın ruhbanlarının peygamberleriyle olan ilişkisine benzer. Çünkü her imam, etbaını şer'î kaidelere muhalefetten sakındırmışlardır."




==============


31 A'raf Sûresi, âyet 3

32 Bakara Sûresi, âyet 170

33 Zumer Sûresi, âyet 17-18

34 Nisa Sûresi, âyet 59

35 Izzeddin bin Abdisselam'ın Kavaidu'l-Ahkâm fî Mesalihil-Enam (2/134-136). Salih bin Muhammed el- Amrî el-Fullanî s. 77-78'e bakınız.

36 Tevbe Sûresi. âyet 31

37 Bu hadisi Tirmizî. 5/278: İbni Kesir. Tefsirinde, 2/137; Taberî. Tefsirinde 10/81: Beyhakî, süneninde,10/116, tahric etmiştir. Senedinde zayıflık vardır.Zayıflık illeti ise Guteyf bin A'yuni'l-Cezerî'dir. Tirmizî onun hakkında: hadiste bilinen bir kişi değildir Dare Kutnî de bunu zayıf saymıştır. Mizânü'l-İ'tidal, 3/336'da olduğu gibi. Yine İbnü Abdilber Camiu'l- Beyani'l-İlm. 2/109 muallak olarak, İbmü'l-Cevzi. Zâdü'l-Mesir. 3/425; Suyutî de Dürerü'l-Mensur. 3/230'da tahric etmiştir. Hadis hasen mertebesine çıkmaktadır. Çünkü Tirmizî zayıf saydığı halde rivayeti hasen rütbesine çıkarmıştır. Aynı zamanda bu hadisi şahıd olarak teyid eden Huzeyfe İbnü'l-Yemanî (r.a.)'nın rivayetidir. Bunu Taberİ. Tefsirinde (10/81). İbnü Abdilber mezkur eserinde (2/109). Beyhakî. Sünen'inde (10/116) mevkuf olarak tahric etmişlerdir. Lakin hadis usulünde olduğu gibi merfû hükmündedir. Yine bu mezkur hadisin ayrı bir şahidi vardır O da ebu'l Aliye'nin Taberi, Tefsiri'ndeki (10/81) rivayetidir. Böylelikle hadis, mezkur rivayetlerin takviyesiyle hasen derecesindedir. Bu yüzden Şeyhü'l-İslâm İbni Teymiye İktida'u Sıratı'l-Mustakîm eserinde Allah Rasûlü'ne (s.a.v.) bu hadisin nisbetini cezmetmiştir. İman kitabında (s.64) hasen olduğunu söylemiştir. Şeyh el-Bani de bu hadisin, Mevdudî'nin Kur'ân'da Dört Terim kitabına (18-20) yaptığı inceleme bölümünde hasen olduğunu zikretmiştir. 

38 Salih bin Muhammed el-Amrî el-Fullânî, s. 41

39 Yazar (r.a.) Buharî, Müslim, Malikî, Ebu Davud, Neseî. İbni Mace'de yer alan Hişam bin Urve yoluyla gelen Hz. Aişe hadisine işaret etmektedir. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Ne oluyor bu insanlara. Allah'ın kitabında olmayan şartlar koşuyorlar Allah'ın kitabında bulunmayan her şart batıldır velevki yüz şart olmuş olsa bile. Allah'ın kitabı şart koyma yönünden dana layık ve Allah'ın şartı daha sağlamdır." 

40 Nahl Sûresi, âyet 43

41 Bu söz muayyen bir mezhebe veya hususi bir alime bağlanmadan avam için geçerlidir. Sorduğu müftüden delil talebinde bulunabilir, insanlardan bir çcçu bu sözün Peygamber (s.a.v.)'den geldiğini zannetmektedirler ilim ehline göre bu sözün rivayetten bir aslı yoktur. Zayıf hadisler silesi 2/551.

42 İbnü'l-Kayyim (r.a.) İ'lamü'l-Muvakiîn, 1/7'ye bakınız.

43 Ali İmran Sûresi, âyet 31

44 Haşr Sûresi, âyet 7

45 Bu hadis sahihtir. Buharî. 1/222-223. İlk yerin lafzı şöyle: "Geceleyin hanımlarınız mescidlere gitmek isterlerse onlara izin veriniz." Müslim. 2/32, Ahmed. Musned'inde. 2/79, 57, 140, 143, 156; Darimî, Sunen'inde 1/293 şu lafızla rivayet edilmiştir: İçinizden birinizin ailesi mescide gitmek için izin istese ona mani olmasın. "Hz. Ömer'den Salim bin Abdillah yoluyla gelmiştir Müslim ve Ahmed. 2/16, 36: "Kadınların. Allah'ın mescidlerine gitmelerine mani olmayın" lafzıyla Nafî yoluyla Abdullah bin Ömer'in hadisini tahric etmiştir. Yine Ebu Davud, 5/67: Hakim. Müstedrek'inde. l/209 ("Buharî ve Müslim'in şartına uygundur" demiştir. Zehebi de buna muvafakat etmiştir.) Ahrned, Müsnedinde 2/76-77; Beyhakî, Sûnen'inde. 3/131; İbni Huzeyme, Sahih'inde, 1684. Hubeyb bin Ebi Sabit yoluyla Abdullah bin Ömer hadisini tahric etmişlerdir Bu rivayette, "Evleri kendileri için daha hayırlıdır" ziyadesi vardır. Yine Ebu Davud 565; Darımî. 1/293, İbnü'l- Carud, Munteka'sında 179; Beyhakî. 3/134; Ahmed 2/438, 475. 528. Ebi Seleme yoluyla Ebu Hureyre hadisini tahric etmiştir. Allah Rasûlü {s.a.v.) şöyle buyurdular: "Kadınlar, evden kokusuz çıkarlarsa Allah'ın mescidlerine gitmelerine mani olmayın." Ahmed, Müsned'inde 5/192-193: İbni Hibban, Sahihinde Ebu Hureyre hadisi gibi olan Zeyd İbni Halid el- Cuheni'nin hadisini tahric etmiş. Heysemî de Mecmau'z-Zevaid'de (2133) hasen olduğunu söylemiştir.

46 Yazarın zikrettiği rivayeti Hakim, Ma'rifetu Ulumi'l-Hadis s. 182; Taberanîde Bilal bin Abdillah yoluyla Abdullah bin Ömer'den tahric etmiştir Bu. birçok rivayetlerle sabit ve mahfuzdur. Bunlar a) İbni Ömer'in oğlu (diğer bir rivayette ismi Vâkid'dir) şöyle demişti: Camiye gitmelerini ifsade vesile olarak kullanmalarına rnüsade etmeyeceğiz. İbni Ömer de onu kınadı (diğer bir rivayette göğsüne vurdu. Başka birinde de kötü söz söyleyerek kızdı. Diğer birinde de Allah sana söyle şöyle yapsın) devamında şöyle dedi: Ben sana Allah Rasûlü'nün dediğini söylüyorum, sen de hayır onları bırakmayız (bir rivayette de izin vermeyiz) diyorsun. Bu hadisi Müslim: 4/162. 164: birinci, ikinci, beşinci rivayeti Beyhakî, 3/132: Tirmizî, 2/459, ise dördüncü ve altıncı rivayeti Ebu Davud, 1/211, h. 568; Abdur'r-Rezzak Musannafında 3/147, üçüncü rivayeti tahric etmiştir, b) Bilal bin Abdillah şöyle dedi: "Evet Allan'a yemin olsun ki mani olacağız." (Diğer bir rivayette: Öyleyse vallahi manı olurum.) Ravi dedi ki: Abdullah bin Ömer ona yöneldi, çok kötü sözler söyledi. Daha önce kendisinden bu gibi sözler işitmedim. (Diğer bir rivayette. Ona öyle çirkin söz etti ki daha niç bir kimseye böyle söz ettiğini görmedim. Sonra sana Rasûlullah'tan haber veriyorum (Diğer bir rivayette Allah Rasûlünden haber verirken beni işittiğin halde: Biz vallahı manı olacağız.) (Diğer bir rivayette: Sen de cevaben böyle söylüyorsun.) Abdullah bin Ömer onunla ölünceye kadar konuşmadı. Bu hadisi, Müslim, 4/161-162; dördüncü zıyadeliği İbnı Huzeyme, Sahihinde, h. 1684; birinci, beşinci, altıncı ziyadeliği, Darimî, Sünen'inde 1/117-118; birinci, ikinci rivayeti İbni Mace, 1/8; ikinci, dördüncü rivayeti Ahmed, 5/194, 195,196 ve Abdu'r-Rezzak 3/147, son ziyadeiiği tahric etmişlerdir Derim ki: İbni Ömer'in oğlunun ismi konusunda ihtilaf edildi. Bilal mı yoksa Vâkid midir? Hafız İbnı Hacer, Bilal ismini tercih etmiştir. (Fethu'l-Bâri, 2/348). Diğerleri ise iki ismi de cem ederek şöyle cevap vermişlerdir: Hem Bilal, hem de Vâkid olabilir. Bu ya bir veya iki mecliste vuku bulmuştur. Nefsi mutmain eden bu görüştür. Çünkü Bilal ismini tasrih eden rivayette Allah Rasûlû'nün hadisine gelen itirazın her hangi bir sebebi zikredilmemiştir. Lakin Vâkid'in rivayetinde bu sebeb zikrolunmuştur İhtimalen Bilal bin Abdillah söze başlayan olmuş, babası ona "Allah sana lanet etsin" sözüyle karşılık verince Vâkid bin Abdillah. Bilal'ın başlattığı itirazın sebebini açıklayınca babası azarlayıp kınamıştır. Allah daha iyisini bilir.

47 Kim olursa olsun kendi re'yı yüzünden sünneti reddeden kimseyi kınama konusunda Abdullah bin Ömer'den gelen en kuvvetlisi bu olaydır. Bu değerli sahabinin menkıbelerine vakıf olmak istersen. Allame Sefarî'nın Sülasiyat Müsnedü'l imam Ahmed'e yaptığı şerhe müracaat edebilirsin Hafız İbni Hacer Fethu'l- Bârî'de (2/349) şöyle der: "Abdullah bin Ömer, oğluna yaptığı kınamasından, sünnetlere hevasıyla itiraz eden bir alimi veya re'yi ile karşı gelen bir kimseyi te'dip etmesi, oglu büyük yaşta olsa bile uygunsuz söz söylediği zaman babasının onu te'dip etmesi gibi bazı faideler alınmıştır" Fıkhî bir kaide: Kadının kokusuz olarak namaz için camiye gitmesi Peygamber (s.a.v.)'in şu hadisine göre caizdir "(Ey kadınlar!) içinizden biriniz camide hazır bulunduğu zaman koku sürülmüş olmasın." (Müslim, 2/12). Allah Rasûlü'nün hadislerinde geçtiği gibi, fitneye seteb olmaktan emin olması gerekir. Amr binti Abdirrahman, Allah Rasûlü'nün ailesi Hz. Aişe'yi (r.a.) şöyle derken işitmistir."Allah Rasûlü (s.a.v.) (bugünkü) kadınların neler çıkardıklarını görmüş olsaydı İsrailogulları'nın kadınlarına yasaklanıldığı gibi bunların da mescide gitmelerini yasaklardı " (Müslim 2/34). Kadınlar için efdal olan evlerinde kalmalarıdır, çünkü kadınların en hayırlı mescidleri evleridir. Allah Rasûlü (s.a.v.) söyle buyurdular: "Kadın mahremdir, evden çıktığı zaman şeytan onu aydınlatır Rabbisine en yakın olduğu yer evinin içidir" (Tirmizî, 3/476). Son cümleyi zikretmeksizin tahric etmiş ve sonunda hadis hasen ve garibtir demiştir. İbni Huzeyme (3/93) ve İbni Hibban. Sahihinde tamamıyla tahric etmiştir. Mecmau'z-Zevaid'de (2/35), el- Heysemî şöyle der: Taberanî, Mucemü'l-Kebir'inde rivayet etmiştir Ravileri güvenilir kimselerdir." Şeyh el-Bani, İrvaul-Galil kitabında (1/303) sahih olduğunu ifade etmiştir. Bu babta çok hadis vardır. Bu konuda yine Şeyh el- Bâni'nin Şahih Terğib ve Terhib adlı eserine (1/135-137) müracaat ediniz.

48 Kitabın ismi: el-Hidayet fi Revdati'l-Ulemâui'z-Zendevisiyye, Mergirıant.

49 İlamü'l-Muvakkıîn c.1.s 77

50 Nahl Sûresi, âyet 44

51 Mezheplerdeki telfîkin iki şekli vardır, l- Müslümanın mezhepl erdeki ruhsatları araştırıp hoşuna giden, arzusuna uyan ve çıkarlarını gerçekleştirecek olanları almak, ittifakla caiz değildir. 2- Yetki sahibi bir miislümaran mezheplerden (o meselede) delili en kuvvetli ve tercihli olanı almasıdır, işte bu türlü bir telfike ilim ehli adına ittiba demektedir. Her gücü yetene bu vaciptir. Yazarın siyakından anlaşıldığına göre ikincisini kastedmektedir.

52 Nur Sûresi.âyet 63

53 Bakara Sûresi, ayet 145

54 Nisa Sûresi, âyet 59 

55 16 rakamlı dipnota bakınız.

56 Yazar; "Nebi yerine koymak gibi olur" ifadesi hakkında şöyle der: "Bilakis onu (imamı) rab edinmenin ta kendisidir." ("Onlar Allah'tan başka hahamlarını ve ruhbanlarını rab edindiler.") Adıy bin Hatim (r.a.) hadisinde bu âyet böyle tefsir edilmekte. 

57 Nisa Sûresi, âyet 65 

58 Halbuki bu risale (ve kasideleri) okumakta ecir yoktur. Hatta onları Allah'a yaklaşma maksadıyla okumakta günah vardır. Çünkü onların içerisi bir çok bid'at dalalet ve şirkle doludur. Bunlar hakkında   şairin şu sözü yerindedir "Nakışlarını şüphesiz ben okumuştum, lakin sevabı tam aksine idi." işte ey okuyucu bunları sana kısa bir şekilde beyan edeyim. Umulur ki rabbim bunu hatırlama ve ibret almayı nasip eder.

a) Delâilü'l-Hayrat: Dalalet ve helak yolları hurafe ve munker rehberi diye isimlendirmeğe değer Yazar mukaddimesinde Peygamber (s.a.v.)'i muhatap alarak "Hazretinden istimdat" tabirini kullanmaktadır Bu ise uluhiyyette şirktir Çünkü medet ve yardım ancak Allah'tan olur. Enfal Sûresi 9. âyette Cenâb-ı Hak: "Hatırlayın ki; siz Rabbinizden yardım dilerken. Rabbiniz duanızı kabul etti." Ben size takipçi olar, bir melek ile yardım ederim" dedi." Binaenaleyh Peygamber (s.a.v.)'i bir durum üzdüğü veya bir sıkıntı aldığı veya bir kederlendiği Allah'a iltica eder ve duada azimkar olurdu. Diğerleri ve Tirmizî (3524)'de hasen olan bu haisi tarikleriyle beraber tahric eder. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle seslenir: "Ya hayyu ya kayyum, rahmetinle medet diliyorum." Aynı şekilde yardım isteme ancak Allah'dan olur. Fatiha Sûresinde 4. âyette olduğu gibi. "Biz ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz." Bu itibarla çeşitli hadisler uydurarak Peygamber (s.a.v.)'e nisbet eder Mesela "Bu salavatı (duayı) kim bir defa okursa: Allah ona kabul olunmuş bir hac sevabı, ismail (a.s.) neslinden bir köleyi azad sevabı yazar. Allah da söyle der: Ey meleklerim! Kullarımdan bir kul olan bu kimse habibim Muhammed'e çok salavat getirdi, izzet ve celalime yemin olsun söylediği her harfe cennette bir köşk vereceğim, kıyamet gününde Daha hamd sancağı altında gelecek, yüzü dolun ay gibidir, eli habıbım Muhammed'in elindedir." "Bu fazilet, bu salavatı her cuma günü söyleyen içindir. Allah büyük fazilet sahibidir.

Bu hadisi uyduran kimseye gunah olarak Peygamber (s.a.v.)'ın hadisteki şu sözü yeter: "Kim kasden benim üzerime yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlasın." Akabinde Peygamber için sadece Allah'ın şanına yakışan isimler zikretmektedir. Yaptığı şey ne korkunç. Çünkü bu isimlerin çoğu Allah (c.c.)'nun isim ve yüce sıfatlarındandır: "Münci (kurtarıcı), Muhyi (dirilteni, Seyyid (efendi). Gavs (medet dilenen, Sahibü'l-Fereç (sıkıntıyı kaldıran). Kavıy [kuvvetti). Mekin (güvenilir). Metin (metanet sahibi}, Cebbar (zorlayan). Müheymin (gözeten). Berr (iyilik sahibi). Kefil (güvence veren). Kaşıfü'l-Kurb (kederi kaldıran), Şafi (şifa veren). Med'uv (dua edilen). Mucıb (duaya icabet eden)." islâm'da bilinmesi zaruri olan şeylerden ki, kim isimlerden birini Allah'tan gayrısına (mutlak olarak) verirse helakın kenarındadır. A'raf Sûresinde (âyet 180) Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur: " Allah'ın güzel isimleri vardır Bunlarla dua ediniz. Onun isimlerinde sapanları bırak, yaptıklarının cezasını göreceklerdir." Sonra itikadında sembolleşen Allah'ın, Muhammed (s.a.v.)'i kendi nurundan yarattığı hurafesini şu sözlerle canlandırıyor "Allah'ım yarattığın nurundan ona nuru arttır." Bu batıl inanç. Kehf Sûresi (âyet 110)da Cenâb-ı Hakk, şu sözünü reddetmektedir: "De ki, ben ancak sizin gibi bir insanım" (Delailü'l-Hayrat sahibi) şöyle bir salavat getiriyor: Allah'ım, nurundan çiçekler yarılan nebiye salat et (rahmetini indir)" Halbuki çiçekleri, her şeyi yaratan Allah ayırmıştır. Enam Sûresi (95)inde buyruldugu gibi: "Çekirdek ve taneyi ayıran Allah'tır." Neticede yazar vahdeti vücud inancıyla karanlık üzerine karanlıklara boğuluyor. Allah'ın Adem (a.s.)'dan Peygamber (s.a.v.)'e kadar göndermiş olduğu tevhid inancına cıvık çamur diye nitelendirerek bid'atlı duasında şöyle der: "Beni ehadiyyet (birlik) denizine daldır. Tevhidin cıvık çamurlarından beni sıyır, beni birlik denizinin menbaına garkeyle." Alçaklıktan, ins ve cin şeytanından Allah'a sığınırız.

b) Busîrî'nin Kaside'i Bürdesi: istediğin kadar ondan bahset, bir beis yoktur. Kitabında imandan başka her şey toplanmıştır. Busîrî kasidesinde Allah Rasûlû'nu uluhiyyet sıfatıyla nitelendirerek Allah (c.c.)'dan rububiyet sıfatını kaldırıyor: "Dünya ve ahıret senin cömertliğindendir. Levhi mahfuz ve kalem ilmi senin ilmindendir." ve yine şöyle söylüyor: "Davetine ağaçlar secde ederek geldiler. Ayaksız bir gövde ile ona doğru yürüdüler" Halbuki ağaç sadece Allah'a secde eder. Rahman Sûresi âyet 6'da Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Yıldız ve ağaç ona secde ederler." Ondan sonra kişiyi buyük günahlara işlemeye teşvik ediyor: "Ey nefis (gözünde) büyümüş bir zelleden dolayı ümüdini kesme. Büyük günahlar mağfiretin yanında küçük günah gibidir." Bu durum açıkça Kur'ân'ın sarahatını yalanlamadır. Mecm Sûresi âyet 32'de. Bu durum açıkça Kur'ân'ın sarahatini yalanlamadır. Necm Sûresi ayet 32'de Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur: "O iyiler ki, küçük günahlar hariç, büyük günah ve fahiş şeylerden kaçınırlar." Bu beyitleri hazmedenin Kur'ân fıkhından bilgisiz olduğunu gösterir. Çünkü Allah kitabıda büyük günahlardan kaçınmak, küçük günahlara keffaret olacağını bildirmiştir. Aynen Nisa Sûresi'nde olduğu gibi; "Eğer size yasak idilen büyük günahlardan sakınırsanız, öbür kötülüklerinizi (küçük günahları) sileriz ve sizi çok güzel bir makama koyarız." İşte bir şiirinde de müslumanlarla günahkarları (isyan ehli) bir tutmaktadır: "Umulur ki, taksim ettiği zaman Rabbım rahmeti, Bölündüğünde isyan nisbet'ne göre gelir." Busîrî, gece odun toplayan kişi gibidir. Allah'ın rahmetinin taksimini gelişi güzel sanıyor. Bu, alemlerin rabbi olan Allah hakkında batıl bir zandır Allah bu kötü zannı reddediyor. Kalem Sûresi 35-36'da Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor; "Biz müslümanları mücrimler gibi mi tutarız. Ne oluyor size, nasıl hüküm veriyorsunuz." (Aynı sûrenin 37'den 40. âyete kadar bakınız.) Gerçekten üzücü olan, dalâlet ve şirkle dolu bu kasidenin araştırıcı olan kimselerin bile kalplerinde bir saygıya sahip olmasıdır. Yoksa bu saygı islâm'ın hakikatini bilmemekten mi ileri geliyor? 

59 Peygamber (s.a.v.)'in Şu hadisine işaret ediyor; "(Namazda) parmak işareti şeytana demir kamçıdan daha şiddetlidir." İmam Ahmed, Mûsned'inde 4/16 (Fethu'r- Rabbani şerhi), Mecmau'z-Zevâid'de (2/140). Bezzar tahric etmiştir Şeyh el-Banî de Sıfata Salatu'n-Nebî kitabında (171 )'de hasen olduğunu söylemiştir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder