30 Aralık 2015 Çarşamba

MÜŞRİK VE MÜRTETLERLE BİR OLUP MÜSLÜMANLARA KARŞI SAVAŞMAK

Müşriklerle Bir Olup Müslümanlara Karşı Savaşmak Küfürdür
Müslümanlara karşı kafirlere yardım etmek veya onlarla işbirliği yaparak Müslümanlara karşı savaşmak küfürdür. 

Birinci delil: İbni İshak ve başkaları şöyle bir rivayet zikrettiler: "Yezid b. Ruman, Urve’den, o da Zühri’den, o da isimlerini zikrettiği bir topluluktan şöyle dediklerini rivayet etti: "Kureyş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den Bedir esirlerini fidye ile kurtarmak istediğini haber verdi. Her kavim kendi mensuplarından esir düşmüş kimseler için fidye verdi. Abbas radiyallahu anh da zorla katıldığı Bedir savaşında müslümanların eline esir düştü. Abbas radiyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle dedi:

"Ey Allah’ın rasulü! Ben esir düşmeden önce de müslümandım." Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona dedi ki: Senin müslüman olup olmadığını Allah bilir. Eğer söylediğin doğru ise Allah-u Teâlâ mutlaka sana karşılığını verecektir. Fakat senin hakkında zahirine göre hüküm vereceğim. Sen bize savaş açan, saldıran kafirlerin askerleriyle beraber idin. Yani zahiren bize karşıydın. Bu yüzden hem kendin için hem de elimize esir düşen kardeşinin iki oğlu için fidye ver." 

Bu rivayetten anlaşılıyor ki Abbas radiyallahu anh müslümanlara karşı savaşan müşrik askerleriyle birlikte zorla Bedir savaşına çıktığı halde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onun zahirine bakarak ona beraberlerinde çıktığı müşriklerin hükmünü vermiştir. Öyleyse zorla değil de kendi isteğiyle müslümanlara karşı müşriklere yardım eden, onları destekleyen kimsenin hali nasıl olur acaba? 

İkinci delil: Ali radiyallahu anh’den (fetih gazvesinde) şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem beni, Zübeyr’i ve Mikdad’ı görevlendirdi ve şöyle dedi: "Hah’da bulunan ağaçlık yere gidin. Orada bir cariye ve o cariyede bir mektup bulunmaktadır. Onu ondan alın ve bana getirin." Ali radiyallahu anh şöyle devam etti: 

"Hemen atımıza binip ağaçlık yere hızlıca gitmek için yola çıktık. Oraya varınca cariyeyi bulduk ve ona "mektubu çıkart" dedik. Cariye: "Bende mektup yoktur" dedi. Biz ona: "Eğer mektubu çıkartmazsan mektubu aramak için elbiselerini çıkartırız" dedik. Bunun üzerine cariye mektubu saç örgüsünün içinden çıkarttı. Mektubu alarak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldik. Mektubu açtığımızda Ebu Beltea’nın oğlu olan Hatıb’ın, Mekke’ de bulunan müşriklere Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in (fethetmek üzere) Mekke’ye çıktığını haber verdiği bir mektupla karşılaştık. 

Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Hatıb b. Ebi Beltea’ya şöyle dedi: "Ey Hatıb! Bu nedir?" Hatıb radiyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle cevab verdi: 

"Ey Allah’ın rasulü! Benim hakkımda acele hüküm verme. Ben Kureyş kabilesine mensup olmayan ancak onlara tabi olan bir kimseyim. Seninle beraber hicret eden müslümanların Mekke’de bulunan hanımlarını ve çocuklarını koruyabilecek Kureyş’den kafir akrabaları vardır. Benim ise hanımımı ve çocuklarımı koruyabilecek Kureyş’den bir akrabam yoktur. Bu nedenle hanımımı ve çocuklarımı korumamı sağlayacak bir şey yapmak istedim. 
Ben bunu küfür olarak veya dinden irtidat ettiğim için ya da müslüman olduktan sonra küfre rıza gösterdiğim için yapmadım." Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sahabelerine: 

"Bu size doğru söylüyor" dedi. Bunun üzerine Ömer b. Hattab radiyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’a şöyle dedi: 

"Ey Allah’ın rasulü! İzin ver de bu münafığın kellesini keseyim." Bir başka rivayette şöyle geçmektedir: "Ey Allah’ın rasulü! Bu adamın kellesini keseyim. Çünkü kafir olmuştur." Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: 

"Hatıb Bedir savaşına katılmıştır. Ey Ömer! Ne biliyorsun ki belki Allah Bedir’e katılanların kalplerine baktı ve şöyle dedi: "Dilediğinizi yapın. Ben sizi affettim." (Buhari, Müslim ve başkaları rivayet ettiler.) Bu rivayet, müslümanlara karşı kafirlere yardım etmenin apaçık bir şekilde irtidat olduğunu üç yönden göstermektedir: 

a - Ömer radiyallahu anh bu rivayetlerin birinde: "İzin ver de bu münafığın kellesini keseyim" demiş, bir diğerinde: "Ey Allah’ın rasulü! Bu adamın kellesini keseyim. Çünkü kafir olmuştur" demiştir. Bu meseleyle ilgili rivayetlerin bir diğerinde ise Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, Hatıb radiyallahu anh için: "Bu Bedr’e katılanlardan değil mi?" diye Ömer radiyallahu anh’e sorması üzerine Ömer radiyallahu anh: "Evet, Bedr’e katılanlardan idi. Fakat verdiği bu sözü bozmuştur. Çünkü sana karşı düşmanlarına yardım etti" demiştir. Ömer radiyallahu anh’in söylemiş olduğu sözlere bakıldığında, müslümanlara karşı kafirlere yardım etmenin küfür ve irtidat olduğu inancını taşıdığı görülmektedir. 

b - Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ömer radiyallahu anh’in söylediği sözlere ve sahib olduğu inanca karşı çıkmadı. Bilakis müslümanlara karşı kafirlere yardım etmenin küfür olduğu inancını doğruladı. Fakat Hatıb radiyallahu anh’ın özrünü zikretti. Zira Hatıb meselesinde özel bir durum söz konusuydu. 

c - Hatıb radiyallahu anh da Ömer radiyallahu anh gibi müslümanlara karşı kafirlere yardım etmenin zahiren küfür ve irtidat olduğuna inanıyordu. Çünkü gerçek niyetini açıklarken şöyle dedi: "Ben bunu küfür olarak veya dinimden irtidat ettiğim için ya da müslüman olduktan sonra küfre rıza gösterdiğim için yapmadım." Hatıb radiyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ve müslümanlarla birlikte kafirlere karşı savaşa çıktığı, nefsiyle ve malıyla Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i desteklediği, kafirlere ise malıyla ve canıyla asla yardım etmediği halde yaptığı amel (kafirlere mektup göndermesi) zahiren kafirlere yardım etmek manasına geldiği için Ömer radiyallahu anh onun hakkında bu sözleri söyledi. 

Buna göre müslümanlara karşı kafirleri malıyla ve canıyla bilfiil destekleyenlerin durumu nasıl olur ve böyle kimseler hakkında ne sözler söylenir acaba? Bu kimseler Ömer radiyallahu anh’ın rivayette Hatıb radiyallahu anh’a verdiği hükümlere hiç şüphesiz daha layıktırlar. 

Ebu Batın İbni Teymiye’den şöyle nakletmiştir: "Yalnızca Allah-u Teâlâ'ya ibadet etmek, bütün ortaklardan beri olmak, yahudilerden, hristiyanlardan ve müşriklerden beri olup onlara düşman olmak, zina, faiz, içki, kumar gibi her müslüman tarafından İslam dininde haramlılığı apaçık bilinen meseleleri reddeden kimse hemen tekfir edilir. (yani cehalet ve te’vil bu konularda mazeret değildir)." (Ed-dürerü’s-Seniyye c:10 s:372-373)
Şeyh Abdullatif b. Abdurrahman, İbni Teymiye’nin sözlerini şöyle açıkladı: "İbni Teymiye tevhidi ve imanı bozan, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in risaletine zıt olan amelleri işleyen kişinin kafir olduğunu, tevbeye çağırdıktan sonra tevbe etmezse öldürüleceğini, bu konuda cehaletinin mazeret olmadığını kitaplarında değişik yerlerde beyan etmiştir." (Minhac’Et-Tesis s: 101, Ed-Dürerü’s-Seniye c:10 s:432-433) 

Bu sözlerden anlaşılıyor ki kafirlere buğz etmek, onlara düşmanlık göstermek ve müslümanlara dost olmak tevhidin temellerindendir. İbni Teymiye’nin dediği gibi bu temeli bozan tevhidi bozmuş olur ve böyle yapan bir kimse cehaleti veya yaptığı te’vili sebebiyle mazeretli sayılmaz. 

Şeyh Abdurrahman b.Hasan al’eş-Şeyh şöyle demiştir: "Alimler (Allah onlara rahmet etsin) doğru yolda yürüyerek mürtedin hükmünü belirtmişlerdir. Mürtedin hükmünü belirtirlerken onlardan hiçbirisi: "Bir kimse şehadeti bozan küfür bir sözü veya küfür bir ameli cehaleti sebebiyle işlese kafir olmaz" diye söylememiştir." (Ed-Dürerü’s-Seniyye c:11 s:478 - 479) 

Bu sözden anlaşılıyor ki; müslümanlara karşı kafirlere yardım etmek şahadeti bozan amellerdendir. Buna göre bu konuda ne te’vil ne de cehalet mazerettir. Çünkü te’vil cehaletten kaynaklanır. 

Şeyh Süleyman b.Abdullah şöyle dedi: "Manasını bilmeden, gerektirdiği tevhidi sağlamadan, bütün şirkleri terketmeden ve tağutu reddedip tekfir etmeden şahadet kelimesini söylemek icma ile sahibine bir fayda sağlamaz." (Teysir’el-Aziz el-Hamid) 

Bu sözlerden şu anlaşılır: Müslümanlara karşı kafirlere yardım etmek tağuta iman etmek demektir. Tağuta iman tağutun reddine zıttır ve varlığı Allah-u Teâlâ'ya imanı kaldırır. 

Muhammed b. Abdurrahman’ın iki oğlu olan Hasan ve Abdullah şöyle dediler: "Her kim: "Bu müşriklere düşmanlık göstermem" der veya düşmanlık gösterdiği halde onları tekfir etmez veya: "Küfür ve şirk işleseler, Allah-u Teâlâ'nın dinine düşman olsalar bile ‘Lâ ilâhe illallah’ diyenler hakkında kötü bir şey söylemem" der ya da: "Şirk yuvalarına karşı çıkmam" derse işte o kimse müslüman değildir. 

Allah-u Teâlâ böyle kimseler hakkında şöyle buyuruyor: 

"Bir kısmına iman ederiz, bir kısmını da inkar ederiz" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler... (İşte onlar yok mu?) İşte onlar, gerçekten kafir olanlardır!" (Nisa: 150-151) 
Allah-u Teâlâ müşriklere düşman olmayı, onlara karşı çıkmayı ve onları tekfir etmeyi farz kılmıştır." (Ed-Dürerü’s-Seniyye c:10 s:139) 

Şeyh Abdurrahman b.Hasan şöyle dedi: "Müşriklerden uzak durmadıkları ve onlara düşman olmadıkları müddetçe muvahhidlerin tevhidi tam olmaz." (Ed-Dürerü’s-Seniyye c:11 s:434) 
Bu sözlerden şu anlaşılıyor: Kim müslümanlara karşı kafirlere yardımcı olursa o da onlardan olur. Çünkü böyle yapmakla onlara düşmanlık göstermemiş ve onlara buğz etmemiştir. Bilakis zahiren onların zaferini istemiş, müslümanlara karşı onlara yardım etmiştir. Böyle bir kişinin tekfiri konusunda te’vil ve cehalet mazeret değildir. 

İbni Kayyım şöyle dedi: "Allah-u Teâlâ, kafirlere dost olan kimsenin onlardan olacağına hüküm verdi. İman ancak onlardan beri olmakla tamamlanır. Onlarla dost olmak onlardan beri olmaya zıttır. Bir şeyden beri olmak ile o şeye dost olmak aynı anda hiç bir zaman bir şahısta bulunmaz." (Ahkamu Ehli’z Zımme c:1 s:242) 

İmam el-Menavi, Ez-Zemahşeri’nin şöyle dediğini söyledi: "Dosta dost olmak ile dosta düşman olana dost olmak birbirine zıttır." (Feydı’l Kadir c:6 s:111) 

Ebu Bekir radiyallahu anh’in hilafeti zamanında mürtedlere karşı yapılan savaşta sahabelerin mürtedlere karşı gösterdiği tavır bizim için apaçık bir delildir. Oysa ki cahil halktan mürtedlerle birlikte savaşan ve onları destekleyen kandırılmış kimseler de vardı. Buna rağmen sahabeler bilerek irtidat eden ile cehaletinden veya yaptığı te’vilden dolayı mürtedleri destekleyen ve onlarla beraber savaşanların arasında bir ayrım yapmadılar. Bu kimselerin hepsi için öldürülmeleri, tekfir edilmeleri hükmünü verdiler. Ayrıca onlardan ölen kimselerin cehennemlik olduklarına hükmettiler. Ebu Bekir radiyallahu anh’in mürtedlere takındığı tavır bunu apaçık göstermektedir. 

Suriyede bulunan Öso demokrasi ve laik bir sistem oluşturmak üzere kurulmuş bir örgüt olduğu herkes tarafından bilindiği ve dört seneye yakın bir süre geçmesine rağmen hala Öso saflarında Hem Esed hem de İslam Devletine karşı savaşan kimselerin olduğu bilinen bir durumdur. Müslümanlara karşı savaşan bu kişilerin tekfirinde, “onların içinde şeriat isteyenlerde var” diyerek duran cahiller azımsanmayacak kadar çok. Bakalım bunların ilme dayanmayan bu duygusal davranışlarına karşı alimler ne diyor. 

Müslümanlara karşı kafirlere yardım etme (onların safında bulunma) konusunda cehalet ve te’vil mazeret olmaz diyen alimlerden bazıları şunlardır: 

a - İbni Kesir, Allah-u Teâlâ'nın: "Kalplerinde hastalık olanların: "Bize bir kötülük isabet etmesinden korkuyoruz" diyerek onlara koştuklarını görürsün..." (Maide: 52) ayetini şöyle açıkladı. "Kalplerinde hastalık olanlar" sözünden kastedilenler; kalplerinde şek, şüphe ve nifak olanlardır. "Onlara koştuklarını görürsün" sözünden kasıt ise; batınen ve zahiren kafirlere karşı dostluk ve sevgi göstermek için koşuyorlar demektir. "Bize bir kötülük isabet etmesinden korkuyoruz" diyerek..." sözünden kasıt; onların kafir kimseleri hem zahiren hem batınen dost edinmeleri ve onlara sevgi göstermeleri, kafirlerin müslümanlara karşı zafer elde etmeleri durumunda onlara gösterdikleri dostluğun kendilerine fayda vereceğini ummaları sebebiyledir. Bu kimseler kafirlere karşı sevgi göstermelerini işte bu şekilde te’vil etmişlerdir." (İbni Kesir Tefsiri c:1 s:69) 

b - Şeyh Süleyman b. Abdullah al’eş-Şeyh ile Şeyh Hamed b. Atik, müşrikler Necd diyarına saldırdıkları zaman Necd ve şehirlerinde bulunanlardan bazı kimseler müşriklere yardım ettikleri için o kimselerin küfür ve irtidatlarına dair fetva verdiler. Bu kimselerin cehalet ve te’villerini ise mazeret görmediler ve bu konuda her biri birer kitab yazdılar. Müslümanlara karşı kafirlere yardım etme yardımlaşma konusunda cehalet veya te’vilin mazeret olduğunu söyleyenlere: "Bu konuda delil getirmeniz gerekir. Çünkü bu söylediğiniz şey asıl’a ve amm olan hükme zıddır." Bu şüpheye benzer tehlikeli bir şüphe daha ileri sürülmektedir. O da; "müslümanlara karşı kafirlere yardım etmenin küfür olabilmesi için işlenen amele kalben inanılması gerektiği şüphesidir." Böyle söylemek Kur’an’ı Kerim’e, sahih sünnete, sahabelere ve onlara tabi olanların imanına zıddır. Bu inanç bütün selefi salih alimlerinin tekfir ettiği mürcienin aşırı gidenlerinden olan cehmiye taifesinin inancından daha bozuktur. 

Hüküm, işlenen amele ve zahire bağlı olduğu halde hükmü itikade bağlamak mürcienin aşırı taifesi olan cehmiyenin pis ve sapık inancıdır. Bu inancın batıllığına delalet eden Kuran-ı Kerim’den çok ayetler, sahih sünetten çok hadisler, sahabe sözlerinden ve ona tabi olan alimlerin sözlerinden çok deliller vardır. 

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: 

"Kafirler birbirlerinin velileridirler. Siz bunu (birbirinize gerekli yardımı) yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük bir kargaşa olur." (Enfal: 8/73) 

Müslümanların, kafirlerle dostluk bağlarını kesinlikle koparmaları gerekir. Çünkü, Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: 

"Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin ..." (Nisa: 4/144) 

Allah (c.c.) da, bunların başvurdukları yollan başlarına çarparak, kafirleri dost edindikleri için şöyle buyuruyor: 
"... Münafıklar, onların yanında kuvvet ve şeref mi arıyorlar?..." (Nisa: 4/139) 

Allah (c.c.) daha sonra da her türlü izzetin; saygınlık, şeref, kuvvet ve kudretin kendisine ait olduğunu bildiriyor 
"Kim izzet isterse, izzetin tamamı Allah'ındır ..." (Fatır: 35/10) 
"... Oysa izzet Allah'a, Rasulü'ne ve müminlere aittir. Ama münafıklar bilmezler." (Münafikun: 63/8) 

Kafirleri veli edinmek münafıkların özelliğidir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: 

"Müminler, müminleri bırakıp kafirleri veli (dost) edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah'tan bir şey üzere değildir. Ancak onlardan (gelebilecek bir zarardan) sakınmanız müstesna..." (Al-i İmran: 3/28) 
Her türlü eksiklik ve kusurdan münezzeh olan Allah (c.c.), müminleri, kafirlerle dostluk kurmaktan menediyor ve sonra da "Kim bunu yaparsa" yani kafirleri veli edinirse, artık onun Allah (c.c.) ile bir işi kalmamıştır. O Allah'tan uzaktır, Allah da (c.c.) onu tanımaz, koruyup yardım etmez buyuruyor. 

Doğrusu bu, oldukça şiddetli ve ağır bir tehdittir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: 

"Onlardan bir çoklarının kafirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendilerine sunduğu şey ne kadar kötüdür. Allah onlara gazap etmiştir ve onlar, azap içinde daimidirler. Oysa ki Allah'a, nebiye ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, kafirleri dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu fasıktırlar." (Maide: 5/80-81) 

Şeyhülislam İbni Teymiyye diyor ki: "Allah (c.c.), kendisine, Rasulü'ne ve ona indirilene imanı; kafirleri dost edinmemeye, onları veli tanımamaya bağlıyor. Onların veli edinilmesi durumunda ise, kişinin imandan çıkacağını haber veriyor. Zira, imanın varlığı şartlarının var-lığına bağlıdır. Şartlar yerine getirilmediğinde ise iman yoktur. Bir kimse kafirlere dostluk gösteriyorsa, kendisinde iman yok demektir. Eğer imanlı olsaydı kafirleri dost edinmezdi." Allah (c.c.), kafirleri dost edinenlerin gazaba uğratılacaklarını bildiriyor. Kafirleri veli tanımayı, mümin olmamanın göstergesi kabul ederek böyle kimselerin ebedi olarak azap içinde olacaklarını haber veriyor. 
Halbuki Allah'a (c.c.), Kitabına ve Rasulü'ne (s.a.v.) iman edenler, kafirleri dost edinmezler. Aksine onlara karşı düşmanlık beslerler. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: 

"Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Kim onları veli edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir. De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akra-banız, kazandığınız mallar, fesada uğramasından korktuğunuz ticaretiniz, hoşlandığınız evleriniz size Allah'tan, Rasulü'nden ve Allah yolunda cihat etmekten daha sevgili ise, artık Allah'ın emri gelinceye' kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez." (Tevbe: 9/23-24) 

"Kafirler de birbirlerinin velisidirler. Eğer siz bunu (birbirinize gerekli yardımı) yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük bir kargaşa olur." (Enfal: 8/73) Allah (c.c.), kafirlerin birbirlerinin velileri olduklarını ve müslümanlardan uzak olduklarını bildiriyor. Eğer müslümanlar da bir araya gelip birbirleriyle dost olmazlarsa, büyük bir fitnenin ve kargaşanın ortaya çıkacağını haber veriyor. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: 

"Onlar, küfür işledikleri gibi, sizin de küfür işleyip kendileriyle bir olmanızı arzu etmektedirler. Allah yolunda-hicret etmedikçe onlardan herhangi bir dost edin-meyin. Eğer yüz çevirirlerse, bulduğunuz yerde onları tutun ve öldürün. Onlardan ne bir dost ne de bir yardımcı edinmeyin." (Nisa: 4/89) 

Yüce Allah, kafirlerin, müslümanların da tıpkı kendileri gibi kafir olmalarını istediklerini haber veriyor. Daha sonra da iman ehlini, hicretle sonuçlansa bile, müşriklerle kafirleri dost edinmekten menediyor. Tüm bu nasslardan sonra kendi duygusal görüşlerine uyandan daha zalim kim olabilir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder