(Ebu Musab el-Muhacir'in "Kimin Dinini Yaşıyorsun" adlı kitabından alıntı)
Tevbe
sözlükte: Asla geri dönmek demektir.
Tevbe
ıstılahta: Günah işlemekten vazgeçmek, bir daha yapmamak üzere karar vermek,
kul hakkı varsa helalleşmek ve Allah’a affı için yönelmektir. Kulun günahını itiraf edip ve ondan pişmanlık
duyup bir daha yapmamaya karar vermesidir.
Makbul
olan tevbe Nasuh tevbedir, yani sadakatle, azimle yapılmış tevbe. Tevbe yapılan
işin çirkinliğini, kötülüğünü kalbinde hissedip, ondan tiksinerek vazgeçmektir.
Yapılan hata, mala, cana zarar veriyor, insanlara karşı ayıp oluyor diye terk
ediliyor ise bu, tevbe değildir. Tevbe Rabbinin yasaklarını çiğneyip yahut
emirlerine karşı gelip, düşülen hatayı terk etmek, Allah’a dönmek, O’nun affını
ve bağışlamasını beklemek, o hataya bir daha dönmemektir.
Tevbe
aynı zamanda bir İbadettir. Allah kullarına tevbe etmelerini, hatalarından
vazgeçmelerini, bir günaha düşerlerse yalnız kendisinden bağışlanma
istemelerini emrediyor.[1]
Rasulullah’da
kendisinin her gün yetmiş defa tevbe ve istiğfar ettiğini söylüyor.[2]
Ve
insanlara şöyle sesleniyor: “Ey insanlar,
Allah’a tevbe edin! Muhakkak ki ben (de en azından) günde yüz defa tevbe ederim.”[3]
Ümmet,
müminlerin tevbe etmelerinin farz olduğunu ittifakla kabul etmiştir. Çünkü yüce
Allah şöyle buyurmuştur: “…Ey müminler!
Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur; 31)
Burada
şunu da belirtmek gerekir ki Kurtubi de şöyle kaydedilmiştir; kul tevbe ettiği takdirde,
şanı yüce Allah muhayyerdir. Dilerse o tevbeyi kabul eder, dilerse etmez.
Tevbenin kabul olunması, Ehl-i sünnete muhalif kanaat belirtenlerin
söyledikleri gibi, akli bakımdan Allah için vaciptir, denilemez. Çünkü bir
şeyin vacib olabilmesi için bunu o kimseye vacib kılanın rütbe itibariyle daha
yukarıda olması şartı vardır. Gerçek ise şu ki, Allah bütün yaratıkların
yaratıcısı, onların maliki ve onlara mükellefiyetler koyandır. Dolayısıyla
herhangi bir şeyin O’nun hakkında vacib olmakla nitelendirilmesi doğru
değildir. O, bundan yüce ve münezzehtir.
(Ama)
şanı yüce Allah –ki, O, vadinde sadık olandır- kullarından isyan edenlerin
tevbelerini kabul edeceğini bizlere haber vermektedir: “O, kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve
yaptıklarınızı bilendir.” (Şura; 25)
(Onlar) “Allah'ın,
kullarının tevbesini kabul edeceğini, sadakaları geri çevirmeyeceğini ve
Allah'ın tevbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâlâ bilmezler mi?” (Tevbe;104)
buyruğu
ile: “Şu da muhakkak ki ben, tevbe eden,
inanan ve yararlı iş yapan, sonra (böylece) doğru yolda giden kimseyi
bağışlarım” (Taha; 82)
Evet
bu konuda ki inanç, aklen Allah’ın hakkında herhangi bir şeyin vacib olmadığı
şeklindedir. Bu konudaki sem’i buyrukların zahiri ise, O’nun tevbe edenin
tevbesini kabul edeceğini ifade etmektedir.
Allah
Nisa suresinde de şöyle buyurmaktadır: “Allah'ın
kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe
edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah her şeyi
bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine
ölüm gelip çatınca "Ben şimdi tevbe ettim" diyenler ile kâfir olarak
ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap
hazırlamışızdır.” (Nisa; 17,18)
Tevbenin
sahih olmasının şartları dört tanedir: Kalpten pişmanlık duymak, masiyeti
derhal terk etmek, bir daha benzerini işlememek üzere karar vermek ve bu
tevbeyi başkasından değil de, yüce Allah’tan haya ederek yapmış olmak. Bu
şartlardan birisi yerine gelmeyecek olursa tevbe sahih olmaz. Günahın itiraf
edilip, çokça mağfiret dilenmesinin de tevbenin şartlarından olduğu
söylenmiştir.
Tevbeleri Kabul
Olunmayacaklar
“Yoksa kötülükleri yapıp
yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca "Ben şimdi tevbe ettim"
diyenler ile kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar
için acı bir azap hazırlamışızdır.”
(Nisa; 18)
Bu
ayette ölümün gelip çatmış ve artık hayata dönmekten ümidini kesmiş olan
kimselerin, tevbelerinin kabul olunmayacağı bildirilmektedir. Nitekim Firavun,
suya gömülüp boğulmak noktasına gelince, izhar etmiş olduğu imanın faydasını
görmedi. Çünkü böyle bir zamanda tevbenin faydası olmaz. Zira bu vakit teklif
zamanı bitmiş olmaktadır. İbn Abbas, İbn Zeyd ve müfessirlerin cumhuru böyle
demiştir.
Tevbenin Geciktirilmesi
de Tevbeyi Gerektiren Bir Günahtır
Burada
tevbenin hükümleriyle ilgili bazı hususlardan bir nebze bahsetmek istiyoruz.
Bunların bilinmesine şiddetle ihtiyaç vardır ve bir kulun bunları bilmemesi
yakışık almaz.
Bunlardan
biri şudur ki günahtan tevbe etme hususunda acele etmek derhal yerine
getirilmesi gereken bir farzdır. Bunun geciktirilmesi caiz olmaz. Geciktirdiği
zaman, geciktirme günahını işlemiş olur. Günahlardan tevbe ettiği zaman geriye
başka bir tevbe kalır. O da tevbeyi geciktirme tevbesidir. Tevbekarın aklına
çoğu zaman böyle bir şey gelmez. Genellikle günahından tevbe ettiği zaman,
geriye başka bir şey kalmadığını sanır. Fakat üzerinde tevbesini geciktirmekten
tevbe etme borcu kalmıştır.
Kulu
bundan ancak bildiği ve bilmediği günahları için yaptığı genel tevbe kurtarır.
Şüphesiz kulun bilmediği günahları, bildiklerinden çoktur. Bilmesi mümkün iken,
bunları bilmemesi onu hesaba çekilmekten kurtarmaz. Bu durumda o hem bilmemek
hemde amel etmemek sebebiyle isyan etmiş olur. Bunun günahı daha şiddetlidir.
İbn Hibban’ın sahihinde yer alan bir Hadis’e göre Rasulullah şöyle buyurmuştur:
“bu ümmetin şirki, karıncanın
kımıldamasından daha gizlidir. Bunun üzerine Ebu Bekir (r), bundan nasıl
kurtulalım ya Rasulullah? Deyince Rasulullah şöyle buyurmuştur: “Bundan kurtuluşun çaresi şu duayı okumaktır:
Ya Rabb! Bile bile şirk koşmaktan sana sığınırım. Bilmediğim şeyler için de
senden mağfiret dilerim.” [4]
Bu,
Allah’ın günah olduğunu bildiği, fakat kulun bilmediği şeylerden tevbe talep
etmektir.
Rasulullah’tan
gelen sahih bir rivayete göre nebi namazında şöyle dua ederdi: “Ya Rabb! Hatamı, cehaletimi, işimdeki
aşırılığımı ve benden daha iyi bildiğin kusurlarımı bağışla. Ya Rabb!
Ciddiyetimi de şakamı da, bilerek veya bilmeyerek yaptıklarımı da bağışla.
Bütün bunlar bendendir. Ya Rabb’ hazırladığım veya geri bıraktığım, gizlediğim
veya açığa vurduğum, senin benden daha iyi bildiğin şeyleri de bağışla. İlah’ım
sensin senden başka ilah yoktur.”[5]
Diğer
bir hadiste, “Ya Rabb! Büyüğü küçüğü,
hata ile veya kasten olanı, gizlisi açığı, ilki ve sonuncusuyla bütün
günahlarımı bağışla” buyrulmuştur.[6]
Duanın bu şekilde genel ve kapsamlı gelişi, tevbenin, kulun günahlarından
bildiğini de bilmediğini de içine alması içindir.[7]
Tevbenin Hükümleri
Tevbenin
hükümlerinden olarak şu husus zikredilir: tevbenin kabul edilmesi için o suça
bir daha asla dönmemek şartmıdır, yoksa değilmidir? Bazıları, tevbe edilmiş
suça bir daha dönmemeyi şart koşarak şöyle derler: o kimse, o günaha tekrar
döndüğünde, onun ilk tevbesinin sahih olmayıp batıl olduğunu anlarız.
Çoğunluk,
bu hususun şart olmadığı görüşündedirler. Bunlara göre tevbenin sıhhati, suçtan
el etek çekmek, pişman olmak ve ona tekrar dönmemeye güçlü bir şekilde
azmetmektir.
Eğer
tevbe, kul hakkı hususunda ise, burada söz konusu haktan kurtulması şart
koşulurmu? Kişi bu hakkı tacize tekrar dönmemeye azmederek tevbe eder de sonra
yine bu suçu işlerse, tıpkı suça ilk defa girmiş gibi olur. Ve önceki tevbesi
batıl addolunmaz.
Bu
mesele şu esasa dayanmaktadır. Kul, bir suçtan dolayı tevbe ettiğinde ve bilahare
ona tekrar döndüğünde acep ilk defa işlediğinde kazandığı günah ta yine ona
döner ve onda ısrarlı olarak ölürse her iki defa için de cezaya müstahak
olurmu? Yoksa ilk defada ki günahı tamamen silinip, onun günahından dolayı
cezalandırılmayıp sadece sonraki suçun günahından mı cezaya çarptırılır?
Bu
temel üzerinde iki farklı görüş ortaya atılmıştır:
Birinci
gurup şu görüştedir: suça tekrar dönmesinden dolayı tevbe, sıhhatli
olmayacağından daha önceki suçun günahı da ona döner.
Onlar
bu görüşlerini şöyle açıklarlar: zira suçtan dolayı tevbe etmek, inkârdan islama
geçme mesabesindedir. Kâfir bir kişi müslüman olduğunda, onun bu islamı daha
önceki inkârının ve onun getirdiği kötülüklerin günahlarını siler. Bu kişi,
islamdan irtidat ettiğinde ise, bu irtidat günahıyla birlikte önceki
günahlarıda geri döner. Nitekim Rasulullah’dan sahih olarak gelen bir hadiste
bu sabittir: “Kim islamda güzellikte
bulunursa, cahiliye döneminde işlediklerinden dolayı sorgulanmaz. Herkim de,
islamda kötülük yaparsa, önceki ve sonrakilerden dolayı hesaba çekilir.”[8]
Bu, müslüman olup da, islamında kötülük eden kimsenin durumudur. Bilineceği
üzere, irtidat, islamda işlenecek en büyük kötülüktür. Böylece kişi irtidat
ettikten sonra, en önceki inkâr halinde işlediklerinden dolayı da hesaba
çekileceği sabit olduktan ve bu iki hali arasında ki ihlal edilmiş islamı da
bunu ıskat edemeyeceği görüldükten sonra, iki suç arasındaki ihlal edilmiş
tevbenin de bunun gibi olacağı görülür. Dolayısıyla böyle bir tevbe geçmişi
günahı düşürmeyeceği gibi gelecek günaha da mani olmayacaktır.
Yine
bu görüştekiler şunları da söylemişlerdir: çünkü tevbenin sıhhati, onun
devamlılığına ve ona vefa göstermeye bağlıdır. Bilindiği üzere şarta bağlı
olan, şartın ortadan kalkmasıyla ortadan kalkar. Nitekim islam oluşun sıhhati
de, onun devamlılığına ve ona gösterilen vefaya bağlıdır.
Yine
onlar şu hususu da ifade etmişlerdir: tevbe, bütün ömre sığdırılması gereken
bir vaciptir (farzdır). Tevbenin süresi, bütün bir ömürdür. Tevbe edenin, bunun
hükmüne bütün ömrü boyunca riayet etmesi gerekir. Onun ömre isnadı, oruçlunun
oruç tuttuğu gün orucu bozacak şeylerden uzak durmasına benzetilebilir. Günün
büyük bölümü, orucu bozacak şeylere yaklaşmayan, fakat daha sonra orucunu bozan
kimsenin, günün o vaktine kadar tuttuğu oruç ta batıl kabul edilir ve oruç kabul
edilmez. Onun durumu, hiç oruç tutmamış kimsenin durumu gibidir.
Onlar,
bu görüşlerine delil olarak, şu sahih hadisi gösterirler: “Kul, cennet ehlinin amellerini işler ve cennetle onun arasında bir
arşınlık mesafe kalırda sonra kitap onun önüne geçer ve cehennem ehlinin
amellerini işler de sonunda oraya girer.”[9]Bu
hadisteki ifadeye göre söz konusu husus, ikinci tür amellerin, ebedi azabı
gerektirecek bir inkârdan veya cehenneme girmeyi gerektirecek bir suçtan daha
kapsamlı olmasıdır. Bu yüzdendir ki Allah Rasulü, “İrtidat eder ve islamdan ayrılır” dememiş, şöyle buyurmuştur: “o, kendisine ateş gerektirecek bir ameli
işler.” Bazı sünen kitaplarında ise şu hadis yer almaktadır: “Kul, altmış yılını Allah’a itaat ederek
geçirirde ölüme yaklaştığında vasiyetinde haksızlık eder ve cehenneme girer.”[10]Kötü
son, inkârla veya suçla biten sondan daha kapsamlıdır. Kuşkusuz ameller
sonlarıyla değerlendirilir.[11]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder