12 Aralık 2015 Cumartesi

TEVBE

(Ebu Musab el-Muhacir'in "Kimin Dinini Yaşıyorsun" adlı kitabından alıntı)

Tevbe sözlükte: Asla geri dönmek demektir.

Tevbe ıstılahta: Günah işlemekten vazgeçmek, bir daha yapmamak üzere karar vermek, kul hakkı varsa helalleşmek ve Allah’a affı için yönelmektir.  Kulun günahını itiraf edip ve ondan pişmanlık duyup bir daha yapmamaya karar vermesidir.

Makbul olan tevbe Nasuh tevbedir, yani sadakatle, azimle yapılmış tevbe. Tevbe yapılan işin çirkinliğini, kötülüğünü kalbinde hissedip, ondan tiksinerek vazgeçmektir. Yapılan hata, mala, cana zarar veriyor, insanlara karşı ayıp oluyor diye terk ediliyor ise bu, tevbe değildir. Tevbe Rabbinin yasaklarını çiğneyip yahut emirlerine karşı gelip, düşülen hatayı terk etmek, Allah’a dönmek, O’nun affını ve bağışlamasını beklemek, o hataya bir daha dönmemektir.

Tevbe aynı zamanda bir İbadettir. Allah kullarına tevbe etmelerini, hatalarından vazgeçmelerini, bir günaha düşerlerse yalnız kendisinden bağışlanma istemelerini emrediyor.[1]

Rasulullah’da kendisinin her gün yetmiş defa tevbe ve istiğfar ettiğini söylüyor.[2]

Ve insanlara şöyle sesleniyor: “Ey insanlar, Allah’a tevbe edin! Muhakkak ki ben (de en azından) günde yüz defa tevbe ederim.”[3]

Ümmet, müminlerin tevbe etmelerinin farz olduğunu ittifakla kabul etmiştir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur: “…Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur; 31)

Burada şunu da belirtmek gerekir ki Kurtubi de şöyle kaydedilmiştir; kul tevbe ettiği takdirde, şanı yüce Allah muhayyerdir. Dilerse o tevbeyi kabul eder, dilerse etmez. Tevbenin kabul olunması, Ehl-i sünnete muhalif kanaat belirtenlerin söyledikleri gibi, akli bakımdan Allah için vaciptir, denilemez. Çünkü bir şeyin vacib olabilmesi için bunu o kimseye vacib kılanın rütbe itibariyle daha yukarıda olması şartı vardır. Gerçek ise şu ki, Allah bütün yaratıkların yaratıcısı, onların maliki ve onlara mükellefiyetler koyandır. Dolayısıyla herhangi bir şeyin O’nun hakkında vacib olmakla nitelendirilmesi doğru değildir. O, bundan yüce ve münezzehtir.

(Ama) şanı yüce Allah –ki, O, vadinde sadık olandır- kullarından isyan edenlerin tevbelerini kabul edeceğini bizlere haber vermektedir: “O, kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.”  (Şura; 25)

(Onlar) “Allah'ın, kullarının tevbesini kabul edeceğini, sadakaları geri çevirmeyeceğini ve Allah'ın tevbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâlâ bilmezler mi?” (Tevbe;104) buyruğu ile: “Şu da muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra (böylece) doğru yolda giden kimseyi bağışlarım” (Taha; 82)

Evet bu konuda ki inanç, aklen Allah’ın hakkında herhangi bir şeyin vacib olmadığı şeklindedir. Bu konudaki sem’i buyrukların zahiri ise, O’nun tevbe edenin tevbesini kabul edeceğini ifade etmektedir.

Allah Nisa suresinde de şöyle buyurmaktadır: “Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca "Ben şimdi tevbe ettim" diyenler ile kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa; 17,18)

Tevbenin sahih olmasının şartları dört tanedir: Kalpten pişmanlık duymak, masiyeti derhal terk etmek, bir daha benzerini işlememek üzere karar vermek ve bu tevbeyi başkasından değil de, yüce Allah’tan haya ederek yapmış olmak. Bu şartlardan birisi yerine gelmeyecek olursa tevbe sahih olmaz. Günahın itiraf edilip, çokça mağfiret dilenmesinin de tevbenin şartlarından olduğu söylenmiştir.

Tevbeleri Kabul Olunmayacaklar

“Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca "Ben şimdi tevbe ettim" diyenler ile kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır.”  (Nisa; 18)

Bu ayette ölümün gelip çatmış ve artık hayata dönmekten ümidini kesmiş olan kimselerin, tevbelerinin kabul olunmayacağı bildirilmektedir. Nitekim Firavun, suya gömülüp boğulmak noktasına gelince, izhar etmiş olduğu imanın faydasını görmedi. Çünkü böyle bir zamanda tevbenin faydası olmaz. Zira bu vakit teklif zamanı bitmiş olmaktadır. İbn Abbas, İbn Zeyd ve müfessirlerin cumhuru böyle demiştir.

Tevbenin Geciktirilmesi de Tevbeyi Gerektiren Bir Günahtır

Burada tevbenin hükümleriyle ilgili bazı hususlardan bir nebze bahsetmek istiyoruz. Bunların bilinmesine şiddetle ihtiyaç vardır ve bir kulun bunları bilmemesi yakışık almaz.

Bunlardan biri şudur ki günahtan tevbe etme hususunda acele etmek derhal yerine getirilmesi gereken bir farzdır. Bunun geciktirilmesi caiz olmaz. Geciktirdiği zaman, geciktirme günahını işlemiş olur. Günahlardan tevbe ettiği zaman geriye başka bir tevbe kalır. O da tevbeyi geciktirme tevbesidir. Tevbekarın aklına çoğu zaman böyle bir şey gelmez. Genellikle günahından tevbe ettiği zaman, geriye başka bir şey kalmadığını sanır. Fakat üzerinde tevbesini geciktirmekten tevbe etme borcu kalmıştır.

Kulu bundan ancak bildiği ve bilmediği günahları için yaptığı genel tevbe kurtarır. Şüphesiz kulun bilmediği günahları, bildiklerinden çoktur. Bilmesi mümkün iken, bunları bilmemesi onu hesaba çekilmekten kurtarmaz. Bu durumda o hem bilmemek hemde amel etmemek sebebiyle isyan etmiş olur. Bunun günahı daha şiddetlidir. İbn Hibban’ın sahihinde yer alan bir Hadis’e göre Rasulullah şöyle buyurmuştur: “bu ümmetin şirki, karıncanın kımıldamasından daha gizlidir. Bunun üzerine Ebu Bekir (r), bundan nasıl kurtulalım ya Rasulullah? Deyince Rasulullah şöyle buyurmuştur: “Bundan kurtuluşun çaresi şu duayı okumaktır: Ya Rabb! Bile bile şirk koşmaktan sana sığınırım. Bilmediğim şeyler için de senden mağfiret dilerim.” [4]

Bu, Allah’ın günah olduğunu bildiği, fakat kulun bilmediği şeylerden tevbe talep etmektir.

Rasulullah’tan gelen sahih bir rivayete göre nebi namazında şöyle dua ederdi: “Ya Rabb! Hatamı, cehaletimi, işimdeki aşırılığımı ve benden daha iyi bildiğin kusurlarımı bağışla. Ya Rabb! Ciddiyetimi de şakamı da, bilerek veya bilmeyerek yaptıklarımı da bağışla. Bütün bunlar bendendir. Ya Rabb’ hazırladığım veya geri bıraktığım, gizlediğim veya açığa vurduğum, senin benden daha iyi bildiğin şeyleri de bağışla. İlah’ım sensin senden başka ilah yoktur.”[5]

Diğer bir hadiste, “Ya Rabb! Büyüğü küçüğü, hata ile veya kasten olanı, gizlisi açığı, ilki ve sonuncusuyla bütün günahlarımı bağışla” buyrulmuştur.[6] Duanın bu şekilde genel ve kapsamlı gelişi, tevbenin, kulun günahlarından bildiğini de bilmediğini de içine alması içindir.[7]

Tevbenin Hükümleri

Tevbenin hükümlerinden olarak şu husus zikredilir: tevbenin kabul edilmesi için o suça bir daha asla dönmemek şartmıdır, yoksa değilmidir? Bazıları, tevbe edilmiş suça bir daha dönmemeyi şart koşarak şöyle derler: o kimse, o günaha tekrar döndüğünde, onun ilk tevbesinin sahih olmayıp batıl olduğunu anlarız.

Çoğunluk, bu hususun şart olmadığı görüşündedirler. Bunlara göre tevbenin sıhhati, suçtan el etek çekmek, pişman olmak ve ona tekrar dönmemeye güçlü bir şekilde azmetmektir.

Eğer tevbe, kul hakkı hususunda ise, burada söz konusu haktan kurtulması şart koşulurmu? Kişi bu hakkı tacize tekrar dönmemeye azmederek tevbe eder de sonra yine bu suçu işlerse, tıpkı suça ilk defa girmiş gibi olur. Ve önceki tevbesi batıl addolunmaz.

Bu mesele şu esasa dayanmaktadır. Kul, bir suçtan dolayı tevbe ettiğinde ve bilahare ona tekrar döndüğünde acep ilk defa işlediğinde kazandığı günah ta yine ona döner ve onda ısrarlı olarak ölürse her iki defa için de cezaya müstahak olurmu? Yoksa ilk defada ki günahı tamamen silinip, onun günahından dolayı cezalandırılmayıp sadece sonraki suçun günahından mı cezaya çarptırılır?

Bu temel üzerinde iki farklı görüş ortaya atılmıştır:
Birinci gurup şu görüştedir: suça tekrar dönmesinden dolayı tevbe, sıhhatli olmayacağından daha önceki suçun günahı da ona döner.
Onlar bu görüşlerini şöyle açıklarlar: zira suçtan dolayı tevbe etmek, inkârdan islama geçme mesabesindedir. Kâfir bir kişi müslüman olduğunda, onun bu islamı daha önceki inkârının ve onun getirdiği kötülüklerin günahlarını siler. Bu kişi, islamdan irtidat ettiğinde ise, bu irtidat günahıyla birlikte önceki günahlarıda geri döner. Nitekim Rasulullah’dan sahih olarak gelen bir hadiste bu sabittir: “Kim islamda güzellikte bulunursa, cahiliye döneminde işlediklerinden dolayı sorgulanmaz. Herkim de, islamda kötülük yaparsa, önceki ve sonrakilerden dolayı hesaba çekilir.”[8] Bu, müslüman olup da, islamında kötülük eden kimsenin durumudur. Bilineceği üzere, irtidat, islamda işlenecek en büyük kötülüktür. Böylece kişi irtidat ettikten sonra, en önceki inkâr halinde işlediklerinden dolayı da hesaba çekileceği sabit olduktan ve bu iki hali arasında ki ihlal edilmiş islamı da bunu ıskat edemeyeceği görüldükten sonra, iki suç arasındaki ihlal edilmiş tevbenin de bunun gibi olacağı görülür. Dolayısıyla böyle bir tevbe geçmişi günahı düşürmeyeceği gibi gelecek günaha da mani olmayacaktır.

Yine bu görüştekiler şunları da söylemişlerdir: çünkü tevbenin sıhhati, onun devamlılığına ve ona vefa göstermeye bağlıdır. Bilindiği üzere şarta bağlı olan, şartın ortadan kalkmasıyla ortadan kalkar. Nitekim islam oluşun sıhhati de, onun devamlılığına ve ona gösterilen vefaya bağlıdır.

Yine onlar şu hususu da ifade etmişlerdir: tevbe, bütün ömre sığdırılması gereken bir vaciptir (farzdır). Tevbenin süresi, bütün bir ömürdür. Tevbe edenin, bunun hükmüne bütün ömrü boyunca riayet etmesi gerekir. Onun ömre isnadı, oruçlunun oruç tuttuğu gün orucu bozacak şeylerden uzak durmasına benzetilebilir. Günün büyük bölümü, orucu bozacak şeylere yaklaşmayan, fakat daha sonra orucunu bozan kimsenin, günün o vaktine kadar tuttuğu oruç ta batıl kabul edilir ve oruç kabul edilmez. Onun durumu, hiç oruç tutmamış kimsenin durumu gibidir.

Onlar, bu görüşlerine delil olarak, şu sahih hadisi gösterirler: “Kul, cennet ehlinin amellerini işler ve cennetle onun arasında bir arşınlık mesafe kalırda sonra kitap onun önüne geçer ve cehennem ehlinin amellerini işler de sonunda oraya girer.”[9]Bu hadisteki ifadeye göre söz konusu husus, ikinci tür amellerin, ebedi azabı gerektirecek bir inkârdan veya cehenneme girmeyi gerektirecek bir suçtan daha kapsamlı olmasıdır. Bu yüzdendir ki Allah Rasulü, “İrtidat eder ve islamdan ayrılır” dememiş, şöyle buyurmuştur: “o, kendisine ateş gerektirecek bir ameli işler.” Bazı sünen kitaplarında ise şu hadis yer almaktadır: “Kul, altmış yılını Allah’a itaat ederek geçirirde ölüme yaklaştığında vasiyetinde haksızlık eder ve cehenneme girer.”[10]Kötü son, inkârla veya suçla biten sondan daha kapsamlıdır. Kuşkusuz ameller sonlarıyla değerlendirilir.[11]




[1]Bak. Hud, 1.3.47.52.  Zümer, 53,55.  Nur. 8. Tevbe. 117,118. V.d.
[2]Buhari, Tirmizi
[3]Müslim, İbn Mace

[4]İbn Hanbel, Buhari, Ebu Ya’la
[5]Buhari, Müslim
[6]Müslim, Ebu Davud
[7]Medaricu’s-Salikin, c.1 s.252-253
[8]Buhari, Müslim
[9]Buhari, Müslim
[10]Ebu Davud, Tirmizi, Tirmizi sahih garib olduğunu belirtir.
[11]Medaricu’s-Salikin, c. 1 s. 256-257

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder