29 Aralık 2015 Salı

İSLAMDA MEZHEP -3-

HAK KESİNLİKLE RASÛLULLAH'IN DIŞINDA HİÇBİR KİMSENİN GÖRÜŞÜYLE SINIRLANDIRILAMAZ

Dört imam, hakkı (doğruyu) bir kimsenin görüşüyle sınırlandıran kimseden uzak, o kimse de onlardan uzaktır. Bu düşüncede olan kişi bid'atçi, neva ve arzularına uyan, sapık ve saptıran kişidir. Bu konuda hiçbir müslümanın şüphesi yoktur. Hak kesinlikle hiçbir kimsenin görüşüyle sınırlandırılamaz. Ancak risalet sahibi Rasûlullah ile sınırlandırılır. Çünkü hak onun getirdikleriyle sınırlıdır. İnsaflı bir kişi düşünürse, delilleri araştırmaksızın belli bir mezhebi körükörüne taklid etmenin, büyük bir cehalet ve büyük bir musibet, hatta sırf arzulara uymak ve taassupçuluk olduğunu görür. Müçtehid imamlar kesinlikle bunun dışındadır.
Çünkü hepsinin, delilsiz körükörune taklidi kötüleyip ibtal ettikleri sabit olmuştur. Kim delile uyuyorsa imamına ve diğer imamlara, Allah'ın kitabı ve Rasûlullah'ın sünnetine uymuş olur. Delili araştırmakla imamının mezhebinden çıkmış olmaz. Aksine, delilin zıddına taklidde ısrar ederse, hem o mezhebin hem de diğer mezheplerin dışına çıkmış olur. Çünkü eğer müçtehide sıhhatinde halel olmayan bir sahih hadis ulaşmış olsaydı, mutlaka kendi görüşünü bırakıp hadise uyardı. Bu durumda taklidde ısrar eden. Allah'a ve Rasûlü'ne isyan etmekte ve arzularına tabi olmaktadır. O böylece dört imamdan uzaklaşmış, şeytanın ve arzusunun esiri olmuştur. "Hevasını kendine ilah edineni gördünmü? Allah onu ilim üzere sapıtmıştır."60 Kalbinden imanın nuru gitmiştir. Allah bizi, hidayeti bulduktan sonra (sapıklıktan) ve hakkı görememekten korusun!!

er-Rebî b. Seleyman el-Cizi şöyle der:

"Bir adamın bir meseleyi Şafiî'ye sorduğunu duydum. Şafiî şöyle diyordu:

Rasûlullah'ın şöyle şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir." Soru soran adam:

Ey Ebu Abdillah, (Şafii) sen de bu görüşte misin?

Şafiî endişelendi, rengi sarardı. Kızarak şöyle dedi:

Yazıklar olsun sana. Rasûlullah'tan bir hadis rivayet ettiğimde ben o görüşte olmazsam beni hangi yer üzerinde barındırır, hangi gök beni gölgelendirir?

"Evet, başım ve gözümün üstünde yeri vardır" diyerek bu sözü durmadan tekrarlamağa başladı."

el-Humeydî'nin rivayetinde, Şafiî şöyle dedi:

Beni belimde zünnar, kiliseden çıkarken mi gördün? Ben sana Rasûlullah şöyle buyurdu, diyeyim, sen bana; "Bu görüşte misin diyorsun? Rasûlullah'tan rivayet edeyim de o görüşte olmıyayım?"61

Bil ki, insanların büyük bir kısmı ziyanda olup, az bir kısmı kazançtadır. Kim ziyanda veya kazançta olup olmadığına bakmak isterse, kendini Kitap ve Sünnete arzetsin. Eğer ikisine uyuyorsa o kazançlıdır. Eğer muhalifse o ziyandadır, ona yazıklar olsun. Allah hüsrandakilerin hüsranını, kurtulanların kurtuluşunu haber verdi. Asr Sûresi'nde, bütün insanların hüsranda olduğunu, ancak dört vasfı taşıyanların kurtulduğunu Asr'a yemin ederek bildirmektedir.

Helal bir sebep olmaksızın haramları irtikap ederek, caiz bir sebep olmaksızın vacipleri terkederek islâm'a muhalefet eden birini; havada uçuyor, suda yürüyor veya gaibden haberler veriyor görürsen, bil ki, o Allah'ın kendisini cahillere fitne kıldığı bir şeytandır. Allah'ın sapıklık için ortaya koyduğu sebeplerden uzak değildir. Şeytan insanın damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşır. Sapıklar için fitne olsun diye deccalı diriltip öldürecek, gökten yağmur yağdıracaktır. Yılanları yiyen, yanan ateşe girenler de bunlar gibidir.

eş-Şa'ranî, ei-Mîzan adlı eserinde şöyle der: Ebu Davud der ki:

"Ahmed b. Hanbel'e; Evzaî'ye mi yoksa imam Malik'e (r.a.) mi uyayım? diye sordum. Bana:

Dîni hiç kimseden taklid etme. Rasûlullah(s.a.v.} ve ashabından (r.a.) rivayet edilen şeylere sarıl, sonra tabiînden gelen şeyleri almada muhayyersin" dedi.

Ne beni, ne imam Malik'i, ne imam Ebu Hanife'yi, ne Şafiî'yi, ne Evzaî'yi ne de imam es-Sevrî'yi taklid et.62 Onların aldıkları kaynaklardan al. Dinini öğrenmede insanları taklid etmek, insanın fıkhının (anlayışının) kıt olmasındandır.63

İbnü'l-Cevziyye Telbisü İblîs adlı kitabında şöyle der: "Taklidde aklın faydasının iptal edilmesi vardır. Çünkü o bir işi gereği gibi düşünmek ve tefekkür için yaratılmıştır. Eline aydınlanmak için bir mum (akıl) verilen kimsenin onu söndürüp karanlıkta kalması ne kadar kötüdür."64


ÖNEMLİ BiR İKAZ

Şunu bil ki, müçtehidin içtihadı ve görüşü, Allah'ın hükmü olamaz. Eğer Allah'ın hükmü olmuş olsaydı. İmam Ebu Yusuf ve imam Muhammed'in Ebu Hanife'nin içtihadına muhalefet etmeleri doğru olmazdı. Onun için Ebu Hanife şöyle demiştir: "Benim görüşüm budur. Kim bundan daha hayırlısını ve doğrusunu getirirse onu kabul ederim," Diğer imamlar da: "Biz kendi reyimizle içtihad ettik. Dileyen Kabul eder, dileyen etmez" demişlerdir.

Biz insanlardan sadece birini taklid edip diğerini taklid etmeyene şunu sormak isteriz: "Senin taklid ettiğin bu kimseyi taklid etmenin diğerini taklid etmekten daha üstün olduğunu gösteren Özellik nedir?" "Çünkü o asrının en alimidir, onun fazileti öncekilerden daha fazladır" derse, ona: "Sen ilim ehlinden olmadığın halde kendi kendinin tanıklığıyla onun zamanın en bilgini olduğunu nereden biliyorsun? Bunu ancak mezheplerin delillerini, tercih edilen görüşlerini bilen bir kimse söyleyebilir. "Kör olan biri paraları nasıl seçebilirki?" Eğer sen en bilgilisini taklid etmek istiyorsan ümmetin icmaiyle senin imamından daha bilgili olan Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali ve İbn-İ Mes'ud gibi ashabı niye taklid etmiyorsun? Onları taklid etsene.." denilir.

Mukallide şöyle denilir: Taklid ettiğiniz ve görüşlerini Şer'î nasslar yerine koyduğunuz falan ve filan âlimler yokken insanlar hangi şey üzerindeydiler? (Neyi takip ediyorlardı). Siz bununla yetinmediniz. Onların görüşlerini şer'î naslara uymaktan daha evlâ gösterdiniz. Bunlardan önceki insanlar hidayet veya sapıklık üzerinde mi idiler? Elbette onların hidayet üzerinde olduklarını itiraf edeceksiniz. O halde onların

Kur'ân ve Sünnete uymayıp da Allah'ın ve Rasûlullah'ın görüşüne, sahabenin rivayetlerine, o muhalif görüşleri takdim etmeleri, falan veya filanın görüşü ve sözü olmadan o muhalif şeylerle hüküm vermeleri nedir? Eğer bu hidayetse, haktan sonra ancak sapıklık vardır. O halde nasıl çevriliyorsunuz? Düşünün.

Her mukallid grup, sahabe, tabiin ve kendi taklid ettikleri imamlar hariç tüm müçtehidleri sözüne güvenilmeyen, fetvasına bakılmayan bir kimsenin durumuna düşürdüler. Bu yolla onları reddetmek için uğraşırlar. Onların görüşleri; âyet ve hadisler tabi oldukları kimsenin görüşüne muhalif olduğu vakit, onları tevil etmek ve nassı delalet ettiği mânânın dışına çıkarmak, tabi oldukları kişilerin görüşü doğru olsun diye bütün yolları denemeyi gerekli görmektir. Bunların bid'atlerini ve dini yıkmak için gösterdikleri taassubu Allah'a şikâyet ediyoruz. Eğer, Allah Teâlâ, bu dini öğreten, müdâfaa eden kimselerin bulunmasıyla teminat altına almasaydı, temeli yıkılmak ve imanın rüknü sarsılmak üzereydi. Şu kimseden hal ve edep bakımından daha kötü kim olabilir ki? Kendi İmamının sözüne gösterdiği alakayı Sahabe. Tabiîn ve diğer âlimlerden hiç biri üzerinde göstermiyor ve haklarını şiddetli bir şekilde hafife alıyor, hatta o İmamını Allah ve Rasûlü'nden başka vekil (güvenilecek kişi) ediniyor.

Şüphesiz ki taklid fırkası, Allah'ın ve Rasûlullah'ın emrine, ashabın yoluna, müçtehidlerin hallerine muhalefet suçu işlemiştir, ilim ehlinin yolunun zıddına bir yola girmişlerdir. Bu kimseler, selefin yolunun aksine bir yol tutmuşlar, dinin konumlarını tersyüz etmişler. Allah'ın kitabını, Rasûlullah'ın sünnetini, Hulefa-i Raşidin'in ve ashabın sözlerini tersyüz etmişlerdir. Bunları, taklid ettikleri kimselerin görüşlerine arzetmişler; eğer nasslar onun görüşüne uyuyorsa ona boyun eğmiş ve ona kulak vermişlerdir. Tabi oldukları İmamın görüşlerine muhalifse, hasım şöyle şöyle delil getirdi diyerek, onu kabul etmediler ve din edinmediler. Onlar onu reddetmenin imkânlarını düşündüler. İşte bunlar dini parçalayan, müslumanları gruplara ayıran kişilerdir. Her fırka kendi tebaasına yardım ederek ona çağırır. Muhalefet edeni kötüler. Onların görüşleriyle amel etmezler, sanki onlar başka bir dindendir.

Halbuki onlara farz olan, aralarında anlaştıkları söze boyun eğmeleridir. O söz de; ancak Rasûle İtaat etmeleri ve birbirlerini Rab edinmemeleridir.

Bil ki, ulemanın sözlerini ve kıyaslarını almak teyemmüm etmeye benzer. Suyun olmadığı yerde ona başvurulur. Şöyle ki Kitap, Sünnet, sahabenin görüşleri varsa onları almak vaciptir. Onlar ulemanın görüşlerine denk tutulmaz.65 Fakat sonraki taklidçiler; (müçtehidlerin taklidçileri olan müteahhirun) falan ve filanın görüşlerini alıp amel etmede suvarken teyemmüm yapmış gibidirler, imam Buharî, Abdullah b. el-Mubarek, el-Evzaî, es-Sevrî gibi imamların sözleri ve fetvalarıyla amel etmeyi terkederler. Hatta Said b. el-Müseyyeb, Hasan el-Basrî. Ebu Hanife ve İmam Malik ve benzeri olan görüş sahibi kimselerin amel ve fetvalarını da terkederler. Tabi oldukları müteahhirun taklidilerinin görüşlerinin Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, İbni Mes'ud'un fetvalarından önce geldiğini kabul ederler. Bunların görüşlerini sahabenin görüşlerine müsavi tutarlarsa Allah katında kıyamet günü özür beyan edemiyeceklerini bilmiyorlar mı? Bunları sahabeye (r.a.) tercih etmekle nasıl olurlar? Onların görüşlerini alıp, sahabenin görüşlerini reddedenler nasıl bir özür beyan edecekler?


BU ÜMMETİN HALİ ANCAK EVVELKİLERİN ISLAH OLUNDUĞUYLA ISLAH OLUNUR

İmam Malik (r.a.) şöyle demiştir: "Bu ümmetin hali ancak evvelkilerin ıslah olunduğuyla ıslah olunur." Şüphe yokki, ümmetin ilk kuşağı ve en hayırlısı olan ashab, Kitaba ve Sünnete sarılıyorlardı. Müslümanlar, Allah'ın hükmünden yüzçevirip âlimlerini Rabb edinen kişilerden hoşlanma vehmine kapıldıkları için Allah'ın müslümanlara vadettigi yardımı kesmesinde şaşılacak bir durum yoktur. Çünkü bu kişiler Allah'ın, müminleri vasfettigi bütün vasıflardan sıyrıldılar. Birinci ve ikinci hicri yüzyılda körükörüne taklid olmadığı gibi, bizim yaptığımız taklidî ibadetlerin çoğu yoktu. Akıl sahibi birisi veya hassas bir toplum İslâm'a girse, neyi alacağını, hangi mezhebe ve fıkıh kitaplarının hangisine güveneceklerini şaşırır. Bu dinin dosdoğru hak din olduğuna, bütün ihtilaflarına rağmen mezheplerin aynı şey olduğuna onu ikna etmek bizim için çok zor olurdu. Japonya'daki olayların benzeri bizde de oluyor. Biz müslümanlar, Kur'ân'ın hükümlerine ve Rasûlullah'ın açıkladığı nebevî yolda kalsaydık, hiçbir ihtilaf olmayan, sapıklıktan uzak gerçek dini, zorluk ve güçlüğü olmayan, müsamahakâr, hanif olan İslâm'ı anlamamız daha kolay olurdu. Fukahanın görüşlerine, ihtilaflarına ve gruplaşmalarına göz attığımızda çok hayrete düşeriz. Çünkü onlardan biri: "Şüphesiz ulaşan haber (hüccet) daha kuvvetlidir. Fakat bununla fetva verilmez ve amel edilmez." der. "Niçin?" diye sorulduğunda: "Çünkü falan kişi böyle dedi" der.

Maslahatın (umumi faydanın) hadisin ifade ettiği şeyde olduğu ortada olsa bile, birçok insan arasında geçmişini tanımadığımız birisinin sözü, sahih sünneti bunlara göre terketmeye yeterlidir. Böylece dinin aslı ve kaynağıyla bizim içinde olduğumuz durum arasındaki ilişki kesilmiş olur. Halbuki bir kimsenin, itikad ve ibadet konularında Allah ve kitabın indiği rasûlünden başkasına müracaat etmesi caiz olmaz. Hükmün, sadece Allah'a ait olduğuna, dinin Allah'ın dışındaki kimselerden alınmayacağına inanmamız gerekir. Böylece biz Kur'ân'da emrolunduğumuz gibi ihlaslı ve tevhid ehli bir müslüman oluruz. Kim bundan çıkarsa başka Rabler edinen ve helak olan kimselerden olur. "Nitekim kendilerine uyulanlar, azabı görünce uyanlardan uzaklaşacaklar ve aralarındaki bağlar kopacaktır. Uyanlar: "Keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsada, bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak." Böylelikle Allah onların amellerini kendilerine bir pişmanlık olarak gösterdi. Cehennemden de çıkacak değillerdir" derler."66

Bil ki bu âyet, ibadet ve itikadda veya helal ve haramda taklid olsun, insanların dini olsun veya olmasın söz ve görüşlerine körükörüne bağlandıkları için taklidçileri sarsmaktadır. Bütün bu hükümler Allah ve Rasûlü'nden alınır. Bu konuda kimsenin görüş ve düşüncesine yer yoktur. Sapık ilim de buna girer. Hidayet üzere olan müçtehidler ise. herkesi Allah'tan başkasına ibadet yapmaktan ve Allah'tan başkasına güvenmekten, dinî konularda vahiyden başka kaynağa bağlanmaktan alıkoyariar.

Bazı müfessirler bu gibi âyetlerin kafirler hakkında olduğunu iddia ederler. Evet, dedikleri doğrudur. Bu sözden, müslümanlarla Kur'ân'ın arasının açılacağının anlaşılması hatadır. Çünkü bu âyetlerdeki her azabı müşriklere, yahudiler ve hıristiyanlara atfettiler. Kendileri matlup olan ibret alma işinden kaçındılar.67 Binaenaleyh müslümanların, Kur'ân'dan vazü nasihat almayıp, gereğini yerine getirmeden sadece dil ile kelime-i tevhid'i söylemenin ahirette kurtulmak için yeteceğini zannettiklerini görürsün. Kaldıki bu kelime-i tevhidi kafir ve münafıklar da söylüyorlar. Allah'ın, şirkin çeşitlerinden, kâfirlerin vasıflarından ve hallerinden anlatması, müminler için bir ibret olması ve müminlerin, onların durumuna düşüp helak olmamaları içindir.

Taklidçi reisler, islâm'a girmeye hazırlanan kişilerin artık kalmadığını, diğerleri için kolay olmayan bazı bilgileri bilmek gibi sıfatlar şart koşulduğu için onlar gibilerin daha bulunamıyacağı iddiasıyla müslumanlarla kitapları arasına girdiler. Bununla birlikte sahabe ve tabiînin selefleri ve dört mezhep müçtehidi, dinî konuda delilini bilmeden birisinin görüşünü alınmaması konusunda ittifak halindedirler. Sonraki alimler ise, avam için müftünün görüşünü delil olarak gösterdiler. Bunların halefleri taklidde boğuldular. Öyleki, Kitap ve Sünnetin hangi hükmü olursa olsun alınmasını yasakladılar. O hükümleri anlamaya çalışan ve onlarla amel eden kişilerin görüşlerinin bozuk olmasıyla nitelediler. Bu hüsranın, düşüklüğün ve din düşmanlığının son noktasıdır. İnsanlar da bu konuda bunlara uydular ve böylece Allah'tan başka rableri oldu. Allah'ın haber verdiği gibi (Bakara/166) birbirlerinden kıyamet gününde uzaklaşacaklardır. Ben bu âyet hakkında bir risale yazdım ve adını "el-Burhanu's-Satı' fi Teberrui'l-Metbu' mine't-Tabî" (Tabi olanın tabi olduğu kimseden uzak olması konusunda açık delil) koydum. Bu risale Allah'ın kuvvet ve kudretiyle Mısırda basılmıştır. Bu kitap sana gereklidir. Allah seni ve beni doğru yola iletsin.


ULEMANIN DİNİN HÜKÜMLERİNİ DEĞİŞTİRDİĞİNE DAİR FAHREDDİN ER-RAZÎ'NİN GÖRÜŞÜ

Yukarıda zikretmiş olduğum dinde tahrifat ve değişikliğin örneklerinin geçmiş asırlarda da meydana geldiğini burada zikredeceğim.

Fahreddin er-Razî, Mefatihu'1-Gayb adlı tefsirinde, "Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, ruhbanlarını ve Meryem oglu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler..."68 âyetinin tefsirini yaparken bu konuya işaret etmiştir.69 Yine el-Begavî, Me'alimu't-Tenzîl adlı eserinde er Razî'nin aynı görüşlerini zikretmiştir. Şöyle ki: "Fukahayı taklid eden bir cemaatle karşılaştım. Onlara bazı meselelerde Allah'ın kitabından birçok âyetler okudum. Onların bağlı oldukları mezhebin görüşleri bu âyetlere ters düşüyordu. Bu âyetleri kabul etmediler, bana hayretler içerisinde bakakaldılar. Yani demek istedikleri şuydu, seleflerimizden bu âyetlerin aksine amel etmek nasıl mümkün olur? Gerçek bir şekilde düşünecek olursan bu hastalığın dünya ehlinden birçok insanın damarlarında dolaştığını görürsün. Bu kimselerin çoğu, şeyhleri hakkında hulul ve ittihadı iddia ederler. Bunlar, bu ümmette var olan vakıalardır." er-Razî'nin sözleri burada bitti.

Mezhep fıkıhçıların akaid, ibadet, helal ve haram konusunda, Allah'ın kitabından ve Rasûlullah'ın sünnetinden mütevatir bir amel ve delilliği açık sahih bir hadis olmadan naslara

muhalif görüşlerini bilgisizce taklid eden asrımızın müslümanları bundan ibret alsınlar. Hatta günümüzde er-Razî'nin zikrettiği kimselerden daha şerlileri vardır.

Dikkatli ol. Şeyh Muhammed Reşid Rıza, el-Menar adlı tefsirinde bu konuya dikkat çekmektedir.

Ben de Evzahu'l-Burhan fi Tefsiri Ümmi'l-Kur'an adlı tefsirimde bu konuda yeterli açıklamalarda bulundum. Bu tefsire müracaat et. (1357 H. senesinde Mekke'de Ümmü'l- Kurâ matbaasında basılmıştır).

İMAM-I Â'ZAM (EN BÜYÜK İMAM) RASÛLULLAHTIR

Allame Murtaza ez-Zebidî. İhyau Ulumi'd-din'e yazdığı şerhinde şöyle der: "Taklid'etmemiz gereken kişi bize söyle diği ve emrettiği şeylerle şeriatın sahibi Hz. Muhammed'dir. Eğer yaptıkları Rasûlullah'tan duydukları ve gördüklerine dayanıyorsa sahabeye de uyulabilir. işte bu uymakla emrolunduğumuz tek şeydir. Bunun için İbn-i Abbas şöyle der "Rasûlullah'tan başka herkesin görüşü alınır veya terkedilir." el- İrakîder ki: Bunu Taberanî, Mu'cemu'l-Kebîr adlı eserinde rivayet etmiştir. İsnadı basendir."

Bir mezhebi taklid etmek büyük bir bela ve müzmin bir hastalık oldu. Bu bela tüm alemi kuşattı. Kitaplarına ve şeyhlerinin görüşlerine, Kitap ve Sahih sünneti tercih eden kişiler çok azdır. Fakat Allah'a hamdolsun ki şu an saf tevhid inancına sahip bir cemaati karşımızda görebiliyorum, insanları tevhide çağırıyorlar, Allah yolunda hakkıyla cihad ediyorlar, taklidci, hurafeci sapıklarla savaşıyorlar.

Bu gayeyi gerçekleştirmek için tevhidi yaymak üzere yardımlaşacak cemiyetler kuruldu. Bu cemiyetler Hicaz, Mısır, Sudan, Senegal gibi birçok ülkede bulunmaktadır. Allahım onların başarılarını artır. Onlar senin dinine yardım ettikleri müddetçe sen de onlara yardım et.(Amin) Seyyid Sıddık Hasan, Fethu'l-Beyan fi Mekasıdı'l-Kur'ân adlı tefsirinde (4/117); "Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, ruhbanlarını ve Meryem oğlu isa'yı rableri olarak kabul ettiler..." âyeti hakkında şu açıklamada bulunur: "Bu âyet, düşüncesi ve dinleme duyusu olan kimseleri Allah'ın dininde birisini taklid etmekten, Allah'ın kitabı ve Rasûlullah'ın sünnetine öncekilerin görüşlerini tercih etmekten meneder.

Nasların getirdiklerine, Allah'ın hüccet ve delillerine kitap ve peygamberlerin söylediklerine muhalefet etmek bu ümmetin âlimlerinden birinin sözüne uymak için mezhebi taklid etmek, yahudi ve hırıstiyanların haham ve ruhbanları Allah'dan gayrı rab edinmeleri gibidir. Muhakkak ki onlar o kimselere ibadet etmiyorlardı. Fakat onlara itaat ediyorlar, onların haram dediğini haram, helal dediğini helal kabul ediyorlardı. Bu ümmetin taklidilerinin yaptığı da budur. Bunların durumu yumurtanın yumurtaya, hurmanın hurmaya suyun suya benzemesinden daha fazla yahudi ve hıristiyanların durumuna benzer.

Ey Allah'ın kulları! Ey Hz. Peygamber'e tabi olanlar! Size ne oluyor ki, kitap ve sünneti bırakıpta Allah'a kulluk hakkında sizin gibi hata yapabilecek insanlara Hakk'ın temel esaslarına uymayan ve destek vermeyen uzak görüşleri dine yardımcı kıldınız.

Kur'ân ve Sünnetin nasları en belagatli bir nidayla, en yüksek bir sesle kendisine muhalefet eden, ayrılık ortaya atana haykırarak suçlarını yüzlerine vuruyor; "Hakkı işitmeyen kulakları O'na örtülü kalpler! Kıt anlayışlar! Zayıf akıllar! Yorgun zihinler! Bozuk düşünceler! Bırakın, sizden önceki ölülerin yazdığı, onlarla; sizin ve onların yaratıcısı olan Allah'ın kitabını değiş ettikleri kitapları, bırakın! O Allah ki (c.c.) sizin de onların da kulluk yaptığı; sizin de, onların da ma'budu olan Allah'tır.

Ve imam diye çağırdıklarınızın sözlerini ve getirdikleri görüşlerini; sizin ve onların imamı, sizin ve onların önderi olanın sözleriyle değiştirin. Ben de sizi ve kendimi Allah'ın (c.c.) hak yoluna irşad edeyim.

O ilk imam olan Muhammed İbni Abdillah (s.a.v.)'dir. Bırakın başkasını Muhammed (s.a.v.)'in sözü varken; Dininde kendini tehlikeye atan, nicedir imânı.

Sapığa hidâyeti gösteren, şaşkını irşâd eden. yolu belirten Allah'ım... Bizi Hakk'a hidâyet buyur ve bizi doğru yola ilet. Hidâyet yolunu lütfet." Âmin.

Delâleti kati olan muhkem âyetler de Allah'ın bu dinin sahibi olduğunu ve Rasûlullah'ın ise bu dinin tebliğcisi olduğunu vurgular: "Ey Muhammed! Sana düşen sadece tebliğdir."70 "Peygamberin görevi sadece tebliğdir.."71 "Yüzçevirirlerse, sana yalnız tebliğ etmek düşer."72

Kitap ve sünnette sabit olan dinin rükünleri (unsurları) üçtür.

a- Akâid (inanç esasları)

b- ibâdet esasları

c- Haram ve helaller.

Nas'da olmayan bir hüküm (umûmun maslahatını gözetmek üzere) içtihadla sabit olur. İçtihadın gayesi fayda sağlamak, zararı ortadan kaldırmaktır. Düşün ve gafillerden olma. Bu konuda kitap, sünnet nassları ve selefi salihinin amel ve görüşleri çoktur.

İşte bu; sünnetin beyânında sabit olan ve doğru yolu bulmaya, Kur'ân'ı anlamaya yönelik olan, müslümanların dâvası; delillerden ve naslardan zikrettiklerimize yaptığımız takviye; İslâm ulemâsının sözlerinden bir örnektir.

Kur'ân ve sünnette olan, zikir ve ibâdetlerle iktifa; onlardan başka her şeye haddi aşmadan, taassub göstermeden, külfet altına girmeden yetinme; bundan sonra da farz-ı kifâyeleri yerine getirmek üzere diğerini bırakma; islâm'ı müdafaa etmek ve onu desteklemektir.

İslâm ehlinden eziyeti, insanların birbirine kul olmasını ve zulmü defedip uzaklaştırmak; doğru sistem ve ilimler üzerine bina edilmiş, meşru yollarla ulaşılmış serveti, Allah yolunda sarfetmek suretiyle bu ümmete kuvvet ve destek vermek; insanların ortaya attığı, reddolunmuş zikirlerden çok daha hayırlı ve faziletli bir iştir.


ALLAH BİZE SIRAT-I MÜSTAKİM'E GİRMEMİZİ EMREDİYOR

Allah bize bu dünyada rasûllerine gönderdiği kutsal kitaplarda vahyettiği, cennete ulaştıracağını haber verdiği sırat-ı müstakim'e girmemizi emrediyor. Kulun, Allah'ın bu dünyada kullarına gösterdiği bu yolda bulunduğu nisbette ayakları, cehennemin üstüne kurulan köprüde sabitlesin. Binaenaleyh Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Bu, dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları sakınasınız diye buyurmaktadır."73

Sırat-ı müstakimin talibi, insanların ıslahını isteyince, insanların çoğu ondan kaçarlar. O yola giren de yalnız kalmaktan, korkar. Halbuki Allah bu yoldaki dostlara işaret etti. O dostlar hidayete ve doğru yola girmeye talip olan kişinin, zamanın hem cins insanlarından ürpertisinin ve yalnızlığının giderilmesi, bu yoldaki dostların Allah'ın kendisine dost olarak gönderdiği kimseler olduğunu bilmesi için Allah kendilerine, nebiler, sıddıklar, şehidler ve salih insanları gösterdi, bunlar ne güzel dost ve arkadaşlardır.

Bu yoldan sapanların muhalefetine üzülme. Çünkü onlar sayı bakımından ne kadar çok olsalar da değersiz kimselerdir. Nitekim Seleften bazıları şöyle der: "Hak yoluna gir, bu yola girenlerin azlığından korkuya kapılma. Batıl yoldan sakın. İhtirasla batıl yola yönelenlerin çokluğuna aldanma." (Medaricü's-Salikîn)

Yalnız kaldığın zamanlarda, öncekilere bak. onlara katılmaya çalış, onun dışındakilerden bakışlarını çevir. Onlar sana Allah'tan bir fayda sağlayamazlar. Devam ettiğin doğru yoldan seni çevirmek için sana bağırırlarsa, onlara dönüp bakma. Ne zaman dönüp bakarsan, seni alırlar, seni meşgul ederler. Bu yüzden kunut duasında; "Allah'ım beni hidayete erdirdiğin kimseler gibi hidayete erdir" cümlesi yer almıştır. Yani "Allah'ım beni dostlarının zümresine sok, beni onlara dost ve arkadaş kıl" demektir.

Kulun, gazaba uğrayanların ve dalalete düşenlerin mezhebinden korunması gerekir. Gazaba uğrayanlar, hakkı bildikleri halde, yüz çevirip ilmi ve niyeti bozan kimselerdir. Sapıklar ise ilimleri bozulup, haktan cahil kalan ve hakkı bilemeyen kimselerdir.74 Hak ise başka insanların görüşleri, fikirleri ve terimleri olmaksızın Rasûlullah'ın ve ashabının üzerinde olduğu şeydir.

Hangi ilim, amel, hal, makam ve gerçek nübüvvet kaynağından çıkmış Muhammedî mühür varsa, işte bu Sırat-ı Müstakîm'dir. Böyle olmayan yol ise ehl-i gazap, ehl-i dalal ve ehl-i cahimin yoludur.75

Şüphe yok ki, Rasûlullah'ın ashabı dini ve Rasûlullah'ın getirdiklerini diğer insanlardan daha iyi biliyorlardı. Rasûlullah'ın ashabının hakdan habersiz olupta onu Rafızi ve bid'at ehli kişilerin bilmesi muhaldir. Bu iki tarafın izlerine baktığımızda Ehl-i Hakk'ın yolunun apaçık olduğunu buluruz. Rasûlullah'ın ashabı küfür beldelerini fethederek oraları islâm beldelerine çevirdiler. Kalpleri Kur'ân, ilim ve hidayetle fethettiler. İzleri, onların sırat-ı müstakim'de olduğuna delalet ediyor. Rafizî, bid'atçi ve belirli mezheplere müntesip olanların ise her yerde ve her zaman bunun aksini yaptıklarını gördük.

Hicri 1360 yılında Ramazan ayının onüçuncü günü Taif'te Abdullah b. Abbas mescidinde Allah'ın kitabını okuyordum. O sırada okuduğum âyette Firavun'un (Allah'ın laneti üzerine olsun) insanları hiziplere böldüğünü, fırka ve mezheplere (gruplara) ayırdığını anladım. Buradan anlaşıldı ki, bir mezhebe müntesip olmak, gruplara ayrılmak, Avrupa devletlerinin siyasetinde yaygınca ve açıkça görüldüğü gibi Firavun'un adeti ve adi siyasettir. Allah Teâlâ, Kasas Sûresi'nde şöyle buyuruyor: "Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bırakarak onların çocuklarını boğazlıyor, kadınlarını sağ birakıyordu; çünkü o bozguncunun biriydi." (Rum Sûresi 31,32)'de:"... Dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan, her fırkasının da kendisinde bulunanla sevindiği müşriklerden olmayınız." (33) Şüphe yok ki, peygamberlerin arasında herhangi bir ayırım yapmadan hepsine iman etmek, getirdiklerine teslim olmak, nerede olursa olsun hakka uymak, onlara ikram ve saygı göstermek mühtedilerin (kurtuluşa erenlerin) sıfatıdır. Durum böyle olunca peygamberlerin varisleri olan, sahabe, tabiin, dört imam gibi olan müçtehid ve hadis ehline de aynı saygıyı göstermek gerekir. Birinin görüşünü alıp kabul ederek diğerlerininkini terketmek veya bazı mezheplerin mukallidlerinin yaptığı gibi bazısını sevip bazısına bugz ve düşmanlık etmek mühtedî ve muttakilerin sıfatlarından değildir.

Bu yüzden, mezhebinde olmayan kişinin arkasından namaza uymayacak derecede mezhep taraftarları arasında düşmanlık doğmuştur. Taassup, onları cehalete sürüklemiş, kalplerini ve gözlerini köreltmiştir.

Mezhebi asıl kabul edip Kur'ân'ı mezhebine göre yorumlayıp tevile ve tahrife kalkışan kişi ehl-i sapıktır. Bunda düşük kimselerin işi ve sapıkların şaşması gibi. İşin doğrusu Kur'ân'ın asıl olması, dindeki mezhep ve görüşlerin ona göre yorumlanmasıdır. Kur'ân'a uygun olan makbul (kabul görmüş), uygun olmayan ise merduddur (reddedilmiştir.)

GAZABA UĞRAYANLAR, HAKKI SADECE KENDİ MEZHEBİNDEN KABUL EDERLER

Gazaba uğrayanların özelliği, dinde, mezhepte veya tasavvufi meşrebte belli bir taifeye müntesip olanların bir çoğunda olduğu gibi itikadlarında gerekli olmayana uymamakla birlikte müntesip olduğu kendi cemaatinden başkasının gerçeklerini kesinlikle kabul etmez. Onlar, İslâm dininin Rasûlullah'ın dışında hak, görüş ve rivayet olarak kimden gelirse gelsin hiçbir şahıs ayırtetmeksizin o kimsenin getirdiği görüşe uymanın gerekli olduğunu bildirmesine rağmen, sadece kendi cemaatlerinin görüş ve rivayetlerini kabul ederler. "Halbuki, hikmet müminin kaybolmuş malıdır, onu nerede bulursa alır."76

Bir mezhebe tabi olan kimsenin kalbinde bir şahıs büyükleşir. Babalarını veya beldesinin halkını taklîd ederek düşünmeden O şahsa uyar. Bu sapıklığın ta kendisidir. Çünkü söyleyene değil söylenen söze bakmak gerekir. Hz. Ali (r.a.)'ın dediği gibi: "Hak insanlarla bilinmez. Hakk'ı bil, hak ehlini tanırsın." Rasûlullah, ashabın ve selefin yaptığı ve emrettiği her hayır hayırdır, dînî konularda sonraki kişilerin uydurdukları her sapıklık ve şer de sapıklık ve şerdir. Şüphe yok ki mezhep dinde bid'attir. Emir ve sultanlar mezhebi, siyasetlerine uygun olması veya arzularına tabi olması, mevki ve makamlarını korumak veya şeyhlerin körükörüne taklid edilmesi için ortaya atmışlardır. Bu durum tarih bilgisine vakıf olan herkes tarafından bilinmektedir.

Şah Veliyyullah ed-Dehlevî "Tefnimâtü'l-İlâhiyye"de(1/206) şöyle der: "Halkı - özellikle günümüzde- her bölgede öncekilerin mezheblerinden bir mezhebe bağlı olduklarını görürsün. İnsanın bir meselede bile olsa taklid ettiği mezhebten ayrılmasını, dinden çıkmış gibi görürler. Sanki o mezhebin sahibi, gönderilmiş peygamberdir. Ona itaati farz olarak kabul ederler. Hicri 4. yüzyıldan önceki imamlar ve asırların en hayırlısı olan insanların hiçbiri, bir mezhebe bağlı değillerdi."

Ebu Talib el-Mekkî. Kûtu'l-Kulub adlı kitabında şöyle der: "Fıkıh ve fetva kitapları yazmak, bir mezhebe göre bir görüş beyan etmek veya fetva vermek, sonradan ortaya çıkmış şeylerdir. Önceki insanlar her konuda bir mezhebin görüşüne uymuyorlardı. Fakat halk ise ister Medineli isterse Kûfeli olsun alimleri nerede bulursa onlardan memleketlerindeki ya da hocalardan abdestin keyfiyetini, guslü, namazı, zekâtı, haccı, alış-verişe taalluk eden meseleleri ve benzeri konuları öğreniyorlardı, verdikleri fetva ile de amel ediyorlardı. O âlimlerden hadis ehli olanlar hadislerin ve rivayetlerin (â'sar) açıkladığı konuda ancak şeriat sahibi peygamberi (a.s.) taklid ederler. O kişiler, hadis ve rivayetlerin bulunmadığı konuda ise kendisine delil ulaşana kadar âlimlerin görüş ve sözlerine uyarlardı.

Onlardan tahric ehli ise kendisinde nassın bulunmadığı konular üzerine fıkıhçıların kaide ve esaslarını düzenleyip, tahric ediyorlardı.

Halkın bir mezhebe bağlı olmayı gerekli gördükleri bir zamanda İbn-i Arabî77 gibi bazı ehl-i keşif kimseler mezhebe bağlı olmayı uygun bulmuyorlardı.

(İbn-i Arabî) "Futuhatû'l-Mekkiye" ve diğer kitaplarında şöyle diyordu: Bir kul, mezhebe bağlı olan toplumun meclisine girdiği zaman başkasını görmüyor. O kimseye, imamınında görüşlerini aldığı kaynağa inmesi gerekir. O zaman bütün imamların da faydalandığı denizin bir olduğunu görür. Böylece mezhebe olan bağlılığı haliyle gider. Ve sonra önceden itimat ettiği şeyin hilafına, bütün mezheblerin bir olmasına hükmeder.

Bazıları, insanlar ihtilafa düşmesin diye ya da rüyasında ve benzeri şeylerde gördüğü tercih sebeplerinden dolayı mezhebe bağlılığı gerekli görüyordu.

Tedkîk ehli büyük âlimlerden Ebu Muhammed el-Cuveynî gibi bazıları, bir amel konusunda veya başkasına verdiği fetvasında hiç bir mezhebe bağlı kalmadılar. Ve Cuveynî, el-Muhît adlı kitabını bir mezhebe bağlı kalarak tasnif etmeyi uygun görmemiştir." Bu mesele insanları korkuttu. Fitne ve taassupları ortaya çıkarttı.

RASÛLULLAH BELLİ BİR MEZHEBİN İNSANLAR İÇİN GEREKLİ OLDUĞUNU SÖYLEMEMİŞTİR

Gerçek olan, Rasûlullah (s.a.v.)'in, imamlardan birinin mezhebine intisap etmeyi insanlara gerekli görmemesidir. O kendisine tabi olmayı farz kılmıştır. Rasûlullah'ın sünnetine muhalefet eden kimsenin bu muhalefeti merduddur. Ve herhangi bir özürü de kabul edilmez. Fakat hadis ona ulaşmamışsa hadisi duyuncaya kadar mazur sayılır, islâm'a müntesip olan bir kimsenin "Ben hadisle amel etmem, ben ancak imamımın sözüyle amel ederim" demesi doğru değildir. Çünkü onun bu sözü -Allah-korusun- onu dinden çıkarır.

Müslümanın hadislerle sabit olan şeyleri düşünmesi, hep onları gözönünde bulundurması, azı dişleriyle onlara sarılması, elini ve kalbini onlarla koruması, hadise muhalefet eden kimseye kulak vermemesi, bu orta yolu bir görüş olarak benimsemesi ve ondan ayrılmaması gerekir.

Bu yoldan çıkanlar, abdestte ayakları meshetmeyi, muta nikahını, çoğu sarhoşluk veren şaraptan az içmeyi, evcil eşek eti yemeyi helal görmüşler, öğle vaktinin sona ermesini; kendi gölgesinden sonra insan gölgesinin iki misli olması şeklinde kabul etmişlerdir.78

Ey muslüman! İlimde gayretli, takvada azimli ol. Kitab ve sünneti iyice anlamaya çalış. Seleften birçok âlîm böyle yapmıştır. Birbirine zıd gibi görünen hadislerin arasını uzlaştır. Muhaddislerin kitaplarında sahih haberleri ve hasen rivayetleri araştır, onlardan en kuvvetlisini ve en muteberini al.

Bu yolu elde etmek kolaydır. Muvatta, Sahihayn (Buharî, Müslim), Sünen-i Ebî Davud, Sünen-i Tirmizî, Sünen-i Neseî ve Sünen-i İbn-i Mace'den fazlasına gerek kalmaz. Bu kitaplar meşhur hadis kitaplarıdır ve bunları okuyup anlamak mümkündür. Kısa bir müddette bunları öğrenmen gerekir. Eğer bunu anlayamazsan, bilenlerden birisi varsa. Sana anlayacağın bir dille bunları öğretir.79

et-Tefhimat'ta (1/276) şöyle denir: Kendilerini fakih olarak isimlendirenlere Rasûlullah'ın sahih hadislerinden birisi tebliğ edilse, bu taklidçiler bu hadisle amel etmezler. Onları amel etmekten, o görüşte olmayan kişileri taklid etmeleri alıkoymuştur. Bunların hepsi görüş zayıflığı ve sapıklık içindedir. Mütekaddimun fukahadan bir çoğu bu görüştedir. Şu bir gerçektir ki, hak çok açıktır.

Allah'a yemin ederim ki, Allah insanları şeriatıyla kıyamet gününe kadar amel etmekle mükellef kılmakla çok yüce ve adildir. Sonra o insanları kör eder de hak ile batılın arasını ayırdedemezler. Bilakis Allah hakkı açıkça ortaya koydu. Allah ancak hakkı kabul etmeyen inatçı kişileri helak eder.

İnsan sözünün karışmadığı apaçık âyetler ihtiva eden kitabı indirdi ve onu tahrif olmaktan korudu ve onu iki kişinin ihtilâf edemeyeceği, mütevâtir eyledi. Rasûlullah'a ise hükümlerini vahyetti. Allah hadislerin ezberlenmesini, Rasûlullah'tan rivayet edilen hakkı açıklamayı üzerine alan emin vekillere bıraktı. Onlar görüşlerin doğrusunu yanlışından ayırdılar.

Allah'u Teâlâ; hikmet ve hükümleri, lafzen olsun mâ'nen olsun meşhuruyla, yanlışını ayıran bir taife var eyledi.

Lafzen meşhur'a gelince; hadis edebiyatında, doğruluk ve takva sahibi üç kişinin Peygamber Efendimiz (a.s.)'dan rivayet ettikleri hadisin, bütün ravilerinin sayısının üçten yukarı olmasıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sahabisinin (r.a.) ümmetin en hayırlı devri olduğuna tanıklık etti ve onları ta'zim etmeye teşvikte bulundu, onlara yönelik saldırıları, sövmeleri de yasak etti. Mütevatir ve meşhur hadisler bu yöndedir. Ayrıca rivayet biçiminde her ne kadar ihtilaf veya ittifak olmuşsa da bu konuyla ilgili fıkhi bablarda, siyer kitaplarının ilgili konularında bir çok hadis mevcuttur.

Ma'nen meşhur ise; mezheblerin ihtilafını ve aralarındaki ayrılığı kasdetmekteyim. Rasûlullah (s.a.v.)'den hak olarak gelen şeriatın açıklamasında zorluk meydana getiren imamlar edindiler, Onlardan ehl-i sünnet olan da vardır, olmayan da, ince anlayışlı bir kimse bunların bazı meselelerde ittifak ettiklerini, bazılarında ise çok ihtilaf ettiklerine göre şu hükme varır: Her gelen nakil hakkında sapıyorlar. Böylece yüzyıllar boyu etkilenip müslümanlar ihtilafa düştü. Ancak büyük bir topluluk bu işe sarıldılar ve o Şeriata muhalefet edeni reddettiler. Ona delile dayanan bir hükümle gelsen çaresiz kalarak, çözümü bid'at olan mezhebinde arar.

Gizli yanı olmayan, delillerin kendisinde toplandığı kıymetli İslâm milletinin hâli budur.

Öyleyse nefsine karşı âdil ol. Çünkü mü'min kendisine karşı âdil olan o kimsedir. Allah'u Teâlâ'nın Mustafa (a.s.) için seçtiği ve onu en güzeliyie kuşattığı bu millet gibi bir konuma, asırlardaki hangi milletlerin sahip olması mümkündür.

Bundan sonra senin uyman gereken; işi hakkıyla bilen kimselerin tanıklık ettiği, insanlardan çoğunun bilmediği hasen ve sahih hadislerdir.

Kendisinde kimsenin diğerini reddetmediği, iki görüş üzerinde ihtilaf etmek; Sahabi, Tabiin ve mezheblerden günümüze kadar gelmiştir. Ancak, sözü tercihte esaslara en yakın olan toplumun görüş, kıyas ve ictihadlarından dışarı çıkmaman gerekir. Bazen de anlayışları ve görüşleri o konuda muhalefet ederse, sana gereken; zahirde kuvvetli olan görüşe uymaktır.

Şeriatın ilk mertebesini anlamayan ve iki mertebenin de hakkını eda etmeyen, ayrıca azı dişleriyle ona sımsıkı sarılmayan ve bid'atçi olarak ihtilaf çıkartan, ihtiyatmış gibi âlime başvurmayan kimse câhil ve sapıktır.

Allah'a, O'nun adıyla yemin ederim kî, Allah'tan başka hüküm sahibi yoktur. Hakimiyet Allah'ındır. Allah vacip, mendub, mubah, mekruh ve haramla hüküm verdi ve bunu mele-i a'la'da gerçekleştirdi. Şeriatı insanlara risalet için seçtiği peygamberin lisanıyla indirdi. Kim bir şeyin kesin delil olmaksızın haram veya vacip olduğundan haber verirse o, Allah'a yalan isnad etmiş olur. Dillerinizin "Bu helaldir, şu haramdır" diye yalan olarak nitelendirdiği şeyi söylemeyin, zira Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah'a karşı yalan uyduranlar ise, şüphesiz kurtulamazlar."80

Bilâkis hak, birinci mertebede itikadî olup bir bozukluk kabul etmeyen şeyi katiyyet ile belirtmemiz; ikinci mertebede ise söz meyledip yani katiyyet belirtemez, şöyle söylenir; sahabeden rivayet olan iki söz hakkında; ancak bu söz bize sevdirildi ve sünnete daha yakın...

Allah adına Allah'a yemin ederim ki, ümmet içinde masum olmayan bir kişi hakkında Allah bu adama uymayı kesin farz kıldı ve bu adamın vacip kıldığı şey vaciptir diye inanan kimse kafir olur. Halbuki İslâm bu adamdan önce bir zaman diliminde gelmiştir. Nice âlimler onu ezberlemiş, nice ravi ve fakihler onu anlatmıştır, insanlar, ulemayı İslâm'ı Rasûlullah'tan nakleden raviler anlamında taklid etmekte ittifak halindedirler. O âlimden muhaddislerin sıhhatine şahid olduğu bir sahih hadis bile rivayet edilse onunla amel ederler. Tabi olduğu şahıs o hadisle amel etmediği için amel etmeyen kimse apaçık sapıklık içindedir."

Yine aynı eserde (1/212) şöyle denir: "İslâm iki mertebe üzerinedir.

l - Farzları yapmak, kesin haramlardan kaçınmak ve diğer İslâmî hükümleri yerine getirmek. Bu kısım, yüksekten küçüğüne, melik, emir, asker, çiftçi, tüccar, köle, hür herkese gerekli ve farzdır. Bunda kolaylık ve müsamahalık vardır.

2- Olgunluk ve güzellik mertebesi: Kim bu kısmı alırsa iyilik sahibi bir kul olur. Bu kısımda Rasûlullah'tan, sahabe ve tabiinden rivayet edilen sünnetler, adap ve verâ' vardır.

Bu iki mertebe arasında büyük bir fark vardır. Bu farkı ihmal etmek, görmemezlikten gelmek, zorluk, hüsran ve cehalettir. Bu iki fark ihmal edilerek ulemanın ihtilafının galibiyeti bundan ortaya çıkmıştır.

Allah'ın helal veya haram kıldığı şeylerde naslar vardır. Onun indinde herşey ölçülüdür.

Birinci mertebede iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak (yerine göre) sert veya yumuşak olması gerekir. Bu mertebede ihtiyatlılık ve verâ' yoktur, ancak haramlığı sabit olandan kaçınma vardır. Bu yönüyle sahabenin iş durumları farklı olmuştur, içlerinde savaşan, meslek sahibi olan, maişeti için sefere çıkan tüccarlar vardır. Bunlar sanatın aslıyla yetinmişlerdir. İçlerinde âbid ve zahid olan vardı. Bunlar âdabın kemaline riayet ederek ikinci mertebeyi almışlardır, içlerinde bazen birinci bazen de ikinci mertebe arasında bulunanlar vardı. Maişetiyle uğraşan köle, cariye, çiftçi meslek sahibi kimselere birinci mertebeden fazlasıyla emredilse uygun olmaz. Yoksa Şeriat kendilerine zor gelerek, onunla amel etmeyi bırakır ve ondan nefret ederlerdi. O zaman durum "içinizden nefret ettirenler var" hadisi hükmüne girerdi. Kur'ân'da ve Peygamberin (s.a.v.) hadislerinde, alimlerinkinde fazla avam tabakası hali nazarı itibare alınmıştır. Binaenaleyh avam tabakasının, bildiklerine tasavvuf ve kelam ilmini karıştırması doğru değildir. Bilakis onlara gerekli olan şey kitab ve sünnette zahir olan bilgilerle yetinmeleridir.

İşte bu (kitap ve sünnetle) insanların her çeşidine hitap ediyorum. Akabinde, insan topluluklarına umumen derim ki: Ey insanlar! Ne oldu size? Neden fırkalar haline gelip, her görüş sahibi görüşüne bağlandınız. İçinizden her birisi sapık ve saptıran olduğu halde kendini hidayeti gösteren kişi yerine koyup, insanları kendisine davet etmekle, Allah'ın insanlara yol tutup rahmet olsun diye Peygamber (s.a.v.) lisanıyla gönderdiği yolu terkettiniz. Bildiği az bir ilimle dünya menfaatini elde etmek için nefsiyle hareket edip, dinini satan ve insanların biat ettiği bu kimselerden razı olmayız. Çünkü dünya menfaati ancak hidayet ehline benzemekle elde edilmektedir. Böyle kimseler yol kesici olup sapık, yalancı, fitnelenmiş ve fitneci kimselerdir. Onlardan sakının. Nefsine davet etmeyen ancak Allah'ın kitabına ve Rasûlü'nün sünnetine çağıran kimselere tabi olunuz. Ayrıca toplantı ve meclislerde sofuların irşad saydıkları şeylerin yayılmasına razı değiliz. Ancak İhsana razıyız. Cenâb-ı Hakk'ın şu âyeti kerîmesinde size herhangi bir ibreti yok mu? "Bu, dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları sakınasınız diye buyurmaktadır."81

ilim talebelerine şöyle sesleniyorum: Ey kendinizi âlim diye isimlendirenler! Yunan (mantık, felsefe) ilmi, sarf, nahiv ve belagat ilimleriyle uğraşıp, onları ilim zannettiniz, ilim; ya Allah'ın kitabından olan bir ayetin bilinmeyen yönünün tefsirini, nüzul sebebini, müşkül olanın tevilini veya Allah Rasûlü'nden kaim olan bir sünneti ezberlemenizdir. Peygamber (s.a.v.) nasıl abdest alır ve nasıl namaz kılardı? İhtiyacını görmeye nasıl gider, nasıl oruç tutar ve ne şekilde hac ve cihad yapardı? Konuşması nasıldı? Dilini kötü sözlerden nasıl korurdu ve nasıl bir ahlaka sahipti?...

Onun yoluna tabi olunuz ve sünnetiyle amel ediniz. Adil bir farz olan abdestin ve namazın rükünlerini, zekatın nisabını, vacib olan miktarı ve ölüden kalan mirasın taksimini öğreniniz. Siyer bilgisi, Sahabe ve Tabiinin ahirete rağbet ettiren kıssalarına gelince, bunları öğrenmek fazilettir. Fakat meşgul olup da ifratta olduğunuz o ilim, ahiret ilminden değildir. O ancak dünya ilimlerindendir. Bir de sizden önce yaşayan fukahanın istihsan ve fer'î meselelerine daldınız. Hükmün; Allah ve Resûlü'nün hükmü olduğunu bilmiyor musunuz? Olurki sizden birinize peygamberinden bir hadis ulaşır da, amel etmeyip "Benim amelim falan mezhebe göredir, hadise göre değil" der.

Ondan sonra kelime oyunu yaparak; hadisi anlamanın ve onunla hüküm vermenin maharetli kişilerin işi olduğunu ve bu hadisin mezhep imamına gizli kalmadığını ancak dinde bir nesih veya tercihli olmayan bir görüş zahir olması sebebiyle hadisi terkettiğini söyler. Biliniz ki dinde böyle bir şey yoktur. Peygambere inanmış iseniz, ona tabi olunuz. Tabi olduğunuz mezhebe uysun veya uymasın. 

Müslüman ilk önce kitab ve sünnetle meşgul olması gerekir. Anlayabileceğini alıp, faydalanması ne güzeldir. Anlayamadığı yerlerde geçmiş ulemanın doğru ve sünnetin uygun ve açık gördüğü görüş ve anlayışlarından faydalanabilir. Alet ilimleriyle (gramer gibi) fazla meşgul olmamalıdır. Çünkü bu ilimler Kur'ân'ı anlamak için alettir, gaye ve amaç değil."

Yine aynı eserde (2/161-162) şöyle denir: "Bir İmamı taklid eden bir kimseye, onun görüşüne muhalif Rasûlullah'tan bir hadis nakledilse ve nakli sahih olduğu kanatı galip gelse, başkasının görüşü için hadisi terketmeye herhangi bir mazeret ileri süremez. Bunu yapmak müslümana yakışmaz. Eğer bunu yapıyorsa o insanın münafık olduğundan korkulur.

Buhârî ve Müslim'in tahric ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Öncekilerin yoluna karış karış, kulaç kulaç tabi olacaksınız. Hatta bunlardan biri kelerin deliğine girse bile siz de onu takip edersiniz.. Sahâbiler şöyle sordular: Ey Allah'ın Rasûlü Bunlar (öncekiler) Yahudi ve Hıristiyanlar mıdır? Dedi ki: Başka kim olabilir ki, buyurdular."

Allah Rasulü (s.a.v.)'nün sözü ne kadar doğrudur. Biz itikadı zayıf öyle insanlar gördük ki âlimlerin ve şeyhlerin ardına düşmüşler, şeyhlerini râb ve ilâh edinmişler, yahudi ve hıristiyanların yaptığı gibi onların kabirlerini mescid edinmişlerdir. Yine birtakım insanlar gördük ki, birtakım kelime ve kavranıları gerçek yerinden oynatmış, tahrif etmişler. "Bize ateş ancak sayılı günlerde dokunacak" diyenler gibi. bunlarda, "Salih ve veliler, hem Allah'ın hem de bizimdir" derler. Hakkı sorduğun zaman her taifedeki tahrif böylelikle ortaya çıkar.

Tasavvufçular öyle görüşler ortaya koydular ki, kitab ve sünnetle uyuştuğu bilinmiyor. Bu da hassaten tevhid meselesindedir. Sanki Şeriat onlar için bir değer taşımamaktadır. Bazı fakihler öyle işler uydurdular ki, bunu nereden aldıkları bilinmez. Akıl sahipleri, şairler ve avamdan servet sahipleri tağutlara ibadet etmeye başladılar. Şeyhlerinin kabirlerini mescid ve bayram yerine çevirdiler. Onların bu azgınlıkları nereye kadar gidecektir? Allah bizi bundan muhafaza etsin."

Allame İbnu'l-Kayyım el-Cevziyye. i'lâmü'l Muvakkiîn (4/261) adlı eserinde şöyle der: "Avam için, bilinen mezheplerden birine intisap etmesi gerekir mi, gerekmezmi? Doğru, sahih olan görüşe göre; gerekmez. Allah'ın ve Rasûlü'nün farz kıldığı şeylerin dışında bir farz yoktur. Allah ve Rasûlü de hiçbir insana belli bir imamın mezhebine girmeyi farz kılmadı. Sadece kendi dinini taklid etmeyi emretti. Avam herhangi bir mezhebe intisap etse bile sahih olmaz. Faziletli devirler mezhepçilikten uzak kalarak göçüp gitmiştir. Avamın mezhebi olmaz. Birisi, ben Şafiî'yim, Hanbelîyim, Hanefî'yim veya Malikî'yim dese, birisi de ben fakihim, gramerciyim veya katibim demesiyle katip olmuyor ve sadece bunlar sözde kalıyorsa, onun bu iddiası da lafta kalır.

Ben Şafiî'yim, Hanefî'yim veya Malikî'yim diyen, o imama tabi olduğunu, onun usûlünü takip ettiğini iddia eder. Bu da ancak; onun usûlünü ilim, bilgi ve istidlalle takip ettiği zaman sahih olur. Lâkin imamın bilgisi, usûlü ve siretinden çok uzak ve cahil olan bir kimsenin, ona intisabı nasıl sahih olur? Bu soyut bîr iddia ve her yönden boş bir sözdür. Avam için bir mezhebe intisap etmenin doğru olduğu tasavvur edilemez. Birisinin tüm görüşlerini alıp, diğerlerinin görüşlerini tamamen terkeden kimse için herhangi bir mezhebe intisab etmesi gerekmez. Bu davranış ümmetin arasında ortaya çıkmış hiçbir islâm müçtehidinin söylemediği çirkin bir bidattir. O müçtehidler en yüksek mertebe ve değere sahiptirler. Allah ve Rasûlü'nün bunu emredip emretmediğini daha iyi bilirler. Bir mezhebe intisab etmenin lüzumuna veya dört mezhepten birine intisap etmenin lüzumuna ait görüşler, bundan çok uzaktır.

Allah için ne acaip şeydir ki: Allah Rasûlü'nün ashabının, tabiin, tebei tabiin ve diğer imamların görüşlerinin bir çoğu kaybolmuştur. Yalnız bu fıkıh imamları arasında dört kişininki kalmıştır!!! Hiç bunlardan birinin söyledikleri sözleri arasında benim mezhebime gelin çağrısında bulunmuş mudur? Sahabe, tabiin ve tebei tabiine vacip kıldığını, Allah ve Resulü(s.a.v.), ondan sonra gelenlere de aynısını kıyamete kadar vacip kılmıştır. Vacib olan şey değişmez ve ihtilaf olunmaz. Velevki keyfiyeti, güç, acizlik, zaman, mekan ve vaziyet ölçüsü farklı olsa bile.

Avam için bir mezhebi gerekli gören şöyle der: "Cahil olan bir kimse, intisap ettiği bu mezhebin hak olduğuna inanmıştır. İnancı gereği ona bağlı kalması gerekir sözü doğru olsaydı, intisap ettiği mezhebin gayrısından fetva talep etmesi, bulunduğu mezhebin bir benzerine veya daha tercihli olana girmesi haram olurdu. Bu ve bunun gibi fasit etkenler yol açtığı durumların bozukluğuna delalet eder. Bilakis Allah ve Resulü (s.a.v.) kavlini veya dört halifenin sözünü intisap ettiği imamın görüşüne muhalif olarak görse, bu gerekçe kendi imamının görüşü için onlarınkini terketmesini gerektirir.

Bunun üzerine o kimse için dört imama tabi olanlardan veya diğer imamlardan dilediğinden fetva alması gerekir. Ne o kimse için de ve ne de müftü için beldesinin ravilerinden veya başka beldenin ravilerinin rivayet ettikleri hadislere bağlı kalması gerekli olmadığı gibi, icma ile dört mezhepten birine bağlı kalması da gerekmez. Bilakis hadis sahih olduğunda ister ravisi Hicaz'lı, ister Irak'lı, ister Şamlı, ister Mısır'lı, isterse Yemen'li olsun o hadisle amel etmesi vaciptir."


FASIL

Burada ben, her yerde bu mezheplerin yayılış sebeblerinden vakıf olduklarını aklı olan ve dinleyenlere ibret olması için zikredeceğim. Ahmed el-Mukrî el-Mağribî "Nefhu't-Tayb min Güsni'l-Endülüsi'r-Ratiyb, (3/158) adlı eserinde şöyle der: "Magriblilerin İmam Malik'in mezhebine bağlı oluşlarının sebebi; Magrib ve Endülüslüler önceleri, fethin ilk yıllarından itibaren Evzaî ve Şamlılar'ın mezhebine bağlı idiler. Endülüs Emevileri'nin üçüncü halifesi Hakem b. Hişam döneminde fetvalar Malik b. Enes'in ve Medine ehlinin görüşlerine intikal etti. Bu, Hakem b. Hişam'ın gördüğü bir siyasi maslahattan dolayı seçtiği görüşü sebebiyledir. Bunu gerektiren sebepler konusunda ihtilaf ettiler. Cumhur bunun sebebinin Endülüs âlimlerinin Medine'ye göç etmeleri olduğu görüşündedirler. Endülüs'e geri döndüklerinde İmam Malik'in faziletini, ilminin genişliğini, kudretinin üstünlüğünü anlattılar, onu yücelttiler ve onun mezhebini tercih ettiler. Denildi ki, İmam Malik Endülüslülerden birine Endülüs melikinin hayatını sordu. Hayatını anlattılar. Bu vakitte Beni Abbas oğullarının siretinin, ahlâk ve seciyesinin iyi olmasına hayret etti. İmam Malik bu haberci şahsa şöyle dedi:

Allah'ın Mescid-i Haram'ı melikimizle süslemesini dileriz.

Endülüs melikine imam Malik'in bilgisi ve görüşleri bu meseleyle birlikte nakledildi. Melik insanları Evzaî'nin mezhebini terkederek imam Malik'in mezhebine girmeye teşvik etti. En yisini bilen Allah (c.c.)'dır.

Sonra Mağrib melikleri hüküm ve amelde sadece İbnü'l-Kasım'ın seçtiği görüşler üzerine olunmasında ittifak ettiler. Hasılı kelam, mezhebler meliklerin ve siyasetlerin oyuncağı oldu. Bu konuda düşün..."

Derim ki: Mezheplerin ve tarikatların ortaya çıkış sebeplerini öğrenmek istersen İbn-i Haldun'un Mukaddimesi'ni okuman gerekir. O bu konuyu çok güzel incelemiştir. Allah onu hayırla mükafatlandırsın. O mezheplerin ortaya çıkmasının ve yaygınlaşmasının cahil siyasetlerin, meliklik arzusu olan acemlerin istilasının sebep olduğunu ifade eder.82

İbnu'l-Kayyım el-Cevziyye, İğâsetü'l-Lehfân min Mesâidü'ş-Şeytân (1/125) adlı eserinde şöyle der: "İnsanlara aynı görünüşün, aynı kıyafet, aynı görüş ve düşüncenin, belirli bir şeyhin, icad edilen bir tarikatın ve belirli bir mezhebin

gerekliliğini emretmesi şeytanın hilelerindendir. Bunun farzların gerekliliği gibi onlara gerekli birşey olduğunu emreder. Onlar o mezhepten çıkamazlar ve çıkanı da tenkit ederler. Belli bir mezhebi taklid edenler ve Nakşibendi, Kadiriyye, Sühreverdiyye, Ticaniyye gibi çeşitli tasavvufi fırkaların müntesipleri onları kötülerler.

Taassupçuluk ve taklidçiliği zemmedenlerden şiddetle sakınmalarını isterler. Bunlar dinin ve hakikatin kalıntılarıyla meşgul oldular. Bid'at kalıntılarıyla dine vakıf oldular. Ne fıkıh âlimleriyle ne de tasavvuf ehliyle birlikte oldular. Rasûlullah'ın sünnetini düşünen, onun bunların hareket ve davranışlarıyla tezat'olduğunu görür. Rasûlullah (s.a.v.)'in sünneti. Rabb'inin emrettiğinin dışında bir şeye bağlanmamayı emreder. Rasûlullah (s.a.v.)'ın davranışlarıyla bunların davranışı arasında uzak bir mesafe vardır."83

Eğer İslâm'a ters düşen çeşitli mezheplerin ortaya çıkmasını öğrenmek istersen İğasetü'l-Lefhan adlı kitabın özellikle son kısmını okuman gerekir, derim. Bu kitapta, İbn-i Sina'nın, Nuseyr et-Tusî'nîn, Memlukler'in, Fatimîler'in ve diğer milletlerin hile ve desiselerini açıklamaktadır.84

Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, İslam düşmanları müslumanları çeşitli mezheb ve tarikatlara ayırmak suretiyle İslâmî hükümleri karıştırmaya muvaffak oldular.

İmam Şihabuddin Abdurrahman Ebu Şâme (V. 665)

"el-Müemmel lî'r-Redd ila'l-Emrî'l-Evvel" adlı kitabında şöyle der: "İnsanlar Kur'ân ilimlerinden sûreleri ezberlemekle ve bazı kıraat şekillerini nakletmekle yetindiler. Kur'ân'ın tefsiri, anlamı ve hükümlerinin yorumlanmasından gafil oldular. Hadis ilimlerinde ise kendilerinden daha bilgisiz şeyhlerin kitaplarından hadisleri dinlemekle yetindiler. Onlar insanların zikir ve fikir halkalarıyla ve mezhebinin imamlarının nakilleriyle yetindiler. Ariflerden birine mezhebin manası soruldu. "Din"

anlamına geldiğini söyledi. "Dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan, her fırkasının da kendisinde bulunanla sevindiği müşriklerden olmayınız."85

O arif kişinin, ulemanın ileri gelenlerinden olduğu söylenmiştir. Ama o Allah ve gerçek din alimleri yanında cahillerin en cahilidir."86 Yine Şihabuddin Abdurrahman aynı eserinde(1/15) şöyle der: "Dört mezheb insanlar arasında şöhret kazandı, diğerleri terkedildi. Dört mezhebe tabi olanların az bir kısmı gayretlerini gösterdiler. Çoğu rasullerin dışındakiler) taklid etmenin haram olmasından sonra mezhebieri taklid ettiler. Mezheb imamlarının görüşleri iki asıl kaynak (Kur'ân ve Sünnet) gibi telakki edildi. Bu şu âyetteki anlama geliyordu: "Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, ruhbanlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek ilâhtan başkası na kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Allah onların koştukları eşlerden münezzehtir."87

Bu bilgileri toplayan Ebu Abdurrahman Muhammed Sultan el-Masumî derki: Japonya'dan bana sorulan mezheplerin taklid meselesiyle alakalı topladığım bilgiler bu kadardır. Bu kadarla iktifa ediyorum. Çünkü damlalar denizin oluşmasına sebep olur. Allah'ın bütün kullarını bu kitapla faydalandırmasını, rızasına uygun ve cennete girmemize sebep olmasını diliyorum. Kendi vechi keremi için.

15 Muharrem 1358 tarihinde Mescid-i Haram yakınlarındaki Buhara Sokagı'ndaki evimde bu eserimi tamamladım.
Son duam şudur;
"İzzet sahibi Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Selam Resullerin üzerine olsun. Hamd âlemlerin rabbi Allah içindir."



===========

60 Casiye Sûresi, âyet 23

61 Babi' bin Süleyman'ın rivayetidir. Ebu Nuaym, Hılye. 9/106. Yakın bir lafızla Beyhakî, Şafiînin menkıbeleri, 1/475. Hatibü'l-Bağdadi. el-FıKıhû ve'l-Mütefekkih isimli eserinde (1/150), sahih birsenedi tahric etmişlerdir. Humeydînin rivayetini ise yine Ebu Nuaym, Hilye. 9/106 ve Zıkru Ahbari Asfahan kitabında çeşitli yollarla Humeydî' den. Beyhakî de Şafii'nin menkıbeleri eserinde (1/474) sahih bir senedle tahric etmiştir.

62 Bu tavsiye muctehid için değildir, bilakis mukallidi içindir. Çünkü müctehid bir imam kendi gibi bir mûctehidin tavsiyesine ihtiyacı yoktur.

63 Ebu Davud: İmam Ahmed'in Meseleleri adlı eseri s. 277'ye bak.

64 İbnu l-Cevzî. Telbisu İblis, s. 8'e bakiniz.

65 Müellif el-Ma'sumî (r.a.)nin ifadesi, İmam Şafiî (r.a.)'ın er-Risâle adlı kitabının 599-600. sayfalarındaki ifadesine benzemektedir: "Sahih hadis varken de kıyas yapmak, helal ve caiz olmaz.. Suyun olmadığında, teyemmümün taharet olması; aksi halde bunun caiz olmaması gibi, -teyemmümle taharet ancak suyun bulunmamasıyla mümkündür.

66 Bakara Sûresi, âyet 166-167

67 Çünkü lafzın umumiliğine itibar olunur, sebebin hususiyetine değil.

68 Tefsiru'l-Kebir. Tevbe Sûresi. âyet 31

69 Bakınız, 4/431

70 Şûra Sûresi, âyet 48

71 Maide Sûresi, âyet 99

72 Alı Imran Sûresi, âyet 20: Ra'd Sûresi, âyet 40

73 Enam Sûresi, âyet 153

74 Bakınız. Medaricu's-Salikiîı, Ibr.ı Kayyım el-Cevzıyye. 1/21-23

75 Onlar, Adiy ibnı Hatem (r.a.)'den rivayet olunan ve Şeyh el-Bani'nin Sahîh'ul- Câmiu's-Sağır adlı kitabında (6/369) sahih bir senedle bildirdiği, imam Tirmizi (r.a.) (5/204) ve imam Ahmed'in (r.a.) (18/68, Fethu'r-Rabbani} tahricini yaptığı hadiste belirtildiği gibi. Yahudiler ve Hıristiyanlardır. Bu hadiste Peygamber Efendimiz (a.s.); "Yahudiler kendilerine gazap olunmuş. Hıristiyanlar ise sapıklığa duşenlerdir." buyurmuştur. Ve Allah kitabında. Yahudiler hakkında:"... Onun için azap üstüne azaba uğradılar..." (Bakara Sûresi, âyet 90) ve (c.c.) Hıristiyanlar hakkında: "....gerçekten sapmış ve insanların çoğunu sapıtmış ve yolun ortası olan islâm'dan uzak kalmış kimselerdir" (Maide Sûresi, âyet 77) büyütülmüştür. Ayrıca bu konuda bir çok âyet vardır.

76 Hadis zayıftır Tirmizî 5/51; İbni Mace. 2/1395 ahric etmiştir. Bazı ilim talebelerin zannettiği gibi sahih bir hadis değildir. Tirmizî'nin kendisi zayıf olduğunu söyleyerek şöyle der: "Bu hadis gariptir. Ancak bu cihetle bilmekteyiz, İbrahim bin Fadl el-Medenî el-Mahzunî, hıfzı yönüyle zayıf sayılmıştır." Mişkatul- Mesabihte (1/70) muhaddis Şeyh el-Bani; Takrib'te olduğu gibi metruk terkedilmiş) birisidir; demiştir. İslâhu'l-Mesâcid (Kasimî, s. 127 kitabının tahkikinde de şöyle der; "Senedi çok zayıftır."

77 O; sapıklık ve şirk dolu olan Fusûsü'l-Hikem. Futuhatü'l-Mekkiyye gibi bir çok tasavvuf! telifleri bulunan Muhyıddin ibni Arabî et-Taî'dir. Bakınız: Mecmu' Fefâvâ Şeyhu'l-İslâm İbni Teymiye, 2/130- 131. 240-248 ve 11/426-251.

78 İşte bunlar, İslâm'a usul ve furu' bakımından muhalif olan. Şiâ fıkhında yerleşmiş bulunan mukarrer işlerdendir; abdestte ayakları mesh etmek Hakkında bakınız: Vesâilu'ş-Şiâ ve Mustedrekâtuhâ adlı eser. müellif el-Harrûll Âmilî sayfalar: 1/369-383, 2/22-25. Muta nikahının cevazı Hakkında bakınız: Tahriü'l- Vesile adlı eser. Müellif Ayetullah Humeynî, sayfa 2/291 ve En'nihâye adlı eser. müellif et-Tusî, sayfa 489

Öğle vaktinin sona ermesinin: kendi gölgesinden sonra insan gölgesinin iki misli olacağı görüşü hakkında, bakınız: Mefatihu'l-Kerame Şerhu Kavaidu'l-Allâme adlı eser, müellif Muhammed ül-Cevvad ibnı Muhammedü'l-Hüseynî el-Âmilî, sayfa 1/13-25.

79 Doğru olan, sünneti, bu hadis kitaplarıyla sınırlandırmamaktır. Bunlar meşhur olsa dahi kanaatimize göre diğerlerine de ihtiyaç vardır. Mesela imam Ahmed'in müsnedi veya Darimî süneni sadece bunlardan biridir, bilinsin. 

80 Nahl Sûresi. âyet 116
81 Enam Süresi. âyet 153 

82 Bu, öne sürdüğü şeyin sıhhatine vakıf olmak için İbn-i Haldun (r.a.)'ın Mukaddime'sini okuma imkanı bulamamakla beraber, bunların Mukaddime'de bulunduğu yere müracaat ettim. Ve İbn-i Haldun'un bu Konuya taalluk eden sebeplerden bir kısmını zikrettiğini buldum. (445-451). Belki O. Mukaddime'sine ilave edecek bir takım ziyadelikler getirdi. Niyetim, bunu tahkik etmek için, ortaya çıkacak ilk fırsatı değerlendirmeye yöneliktir, inşaallah.

83 Bakınız: İğâsetü'l-Lehfân min Mesâidı'ş-Şeytân, müellif ibni Kayyım el-Cevziyye, sayfa, 2/266-268.

84 Ubeydîlerle, Fâtimîler arasında da fark yoktur, ikiside Abdullah İbni Meymun İbni'l-Kaddah İbni Diysân el-Bûnî'nin torunlarına nisbet edilen bir isimdir. Ancak kendilerini Fâtımîler olarak adlandırmaları itikatlarındaki Rafıziliği gizlemekten başka bir şey değildir. Mecusı devletleriyle Ehl-i Beyt (r.a.) arasında en ufak bir soy bağı olmadığına dair güvenilir tarihçiler de tanıklık ederler: El-Bâkılanî, İbni Hazm, İbni Hallikân, İbni Hacer, Tarihu'l-Hulefâ adlı kitabında, sayfa 524'de "Çok şerli Ubeydiye Devleti" diye bahseden es-Suyutî. Ubeydî yöneticilerini Tarihu'l-Hulefâ'sının 525, sayfasında: "Birbiri ardınca gelen ondört zorba idareci" diye nitelendiren ez-Zehebi'yi de naklediyor, Hicri 6. yy."da devletleri yok olan Ubeydîler'den kalan azınlık bir grup el-Hakim biemrillah'a tapmaktadırlar. Onlar Şam'da yaşayan Dürzîler'dir.

85 Rûm Sûresi, âyet 31-32

86 el-Muemmel li'r-Reddi ile'l-Emri'l-Evvel, imam Şihabuddin Abdurrahman Ebu Şâme, 1/10.


==========

KAYNAKLAR

Kuran-ı Kerîm

Sahihi Buhari İmamı Buhari

Sahihi Müslim İmam Müslim

Süneni Ebi Davud İmam Ebu Davut Sicistani

Süneni Tırmizi İmam Ebu İsa et-Tirmizi

Süneni Nesei İmam Nesei

Sünen İbni Maceh İmam İbni Maceh

Sünen Darımi İmam Darimi

Müsned Ahmed İmam Ahmed b. Hanbel

Mişkatü'l-Nesabih Tebrizi Elbani

Müsnedü'l-Humeydi İmam Humeydi

Lisanü'l-Mizan Hafız İbni Hacer el-Askalani

Tedribu'r-Ravi Suyuti

Tenzihu'ş-Şeria İbni Arrak

Tarihi Bağdat Hatibu'l- Bağdadi

en-Nuniyye İbnu'l-Kayyim

er-Risale İmam Şafiî

Muvafakat Şatıbi

İrşadü'l-Luhul Şevkani

Fethu'l-Kadim İbni'l-Humam

Ravdatu'l-Basım İbrahim el-Vezir

Resmü'l-Müfti İbni Abidin

Camıu Beyanü'l-İlm İbnü Abdilber

İ'lamül-Muvakkıîn İbnül-Kayyim

Fethu'1-Bari Hafız İbnu Hacer el-Askalani

Şerhu Müslim İmam Nevevi

Mu'cemü'l-Kebir Taberanı

Mecmau'z-Zevaid el-Heysemi

et-Tergîb ve't-Terhib İmam el-Münziri

Mizanü'l-Fidal İmam Zebebi

Sunü'l-Beyhaki İmam Beyhaki

İrûsü'l-Galil Şeyh Elbani

Müsnedü Ebi Ya'la İmam Ebi Ya'la

Silsiletü'l-Ehadisi Daifa Şeyh Elbani

Muvatta İmam Malik

el-İntika İbnü AbdilBer

el-Umm İmam Şafiî

Hulasetü'l-Keydani Keydani

el-Feteva Hafız Subki

İmam Ahmed Meseleleri İmam Ebu Davud

İkasu'l-Himem Fullanî

el-Recmuu İmam Nevevi

Şerh Meani'l-Asar İmam Tahavî

el-Munteka İbnü'l-Carud

Sahihu ibni Huzeyme İbnu'l-Huzeyme

er-Risale Abdullah bin Ebi Zeyd el-Kayravani

Fıkhu'l-Ekber İmamı Ebu Hanife

Akidetü't-Tahavi İmam et-Tahavi

Şerh Akidetü't-Tahavi Ebu'l-İzz el-Hanefi

Müstedrek İmam Hakim en-Nısaburi

Silsiletü'l-Ehadisi Sahiha Şeyh Elbani

el-İ'tisam Şatibi

Tefsir İbni Kesir İbnu Kesir

Tahricu'l-Keşşaf Hafız İbni Hacer

ed-Duafa Ukayli

Mu'cemu's-Sağin Tâberani

el-Muğnian Hamli'l-Eslar el-Iraki

Sahihu'l-Camiu-Sağin Şeyh Elbani

Camiu Rumuz Şemseddin el-Kahşaî

Reddu'l-Muhtar İbni Abidin

Zilalu'l-Cenneh Şeyh Elbani

İtîibau's-Sünen Ziyau'l-Makdisi

Kavaidu'l-Ahkam İzzeddin bin Abdisselam

Tefsiru't-Taberi İmam Taberi

Zadü'l-Mesin İbnü'l-Cevzi

Dureru'1-Mensur Suyuti

İktida'u Sıratu'l-Müstakim İbni Teymiye

Sahihu ibni Hibban İbnü'l-Hibban

Marifetü Ulumi'l-Hadis İmam Hakim en-Nisaburi

Musannaf Abdurrezzak es-Sanani Sulasiyat Nusredu'l-İmam Ahmed Allame Sefarî

Kaside-i Burde Muhammed b. Said el-Busiri

Felhu'r-Rabbani Abdurrahman es-Saati

Sıfatü Salatu'n-Nebi Şeyh Elbani

Hilyetü'l-Evliya Ebu Nuaym el-İsbahanı

Menakibü'ş-Şafiî İmam Beyhaki

el-Fıkhuve'l-Müfekkih Hatıbu'l-Beydadi

Zikru Ahbari İsbehani Ebu Nuaymelisbehani

Telbisu İblis İbnu'l-Cevzî

Tefsiru'l-Kebir Fahreddin er-Razî

Medaricu's-Salıkin İbnu'l-Kayyım el-Cevziyye

İslahu'l-Mesacid Cemaleddin el-Kasimi

Mecmuu Feteva İbni Teymiye

Vesailu'ş-Şia el-Harril Amili

Tahriru'l-Vesile Ayetullah Humeyni

Ennihaye et-Tusî

Mefatihu'l-Kerame el-Amili

Mukaddime İbni Haldun

İğasetul-Lehfan İbni'l-Kayyım el-Cevzi

Tarihu'l-Hulefa Hafız Suyuti

Tarihu'l-Hulefa Hafız İbni Hacer

el-Müemmel Ebu Şâme

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder