9 Aralık 2015 Çarşamba

TEKFİR

Bismillah..

Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidayete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidayete erdiremez.
Şehadet ederim ki, Allah’tan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) O’nun kulu ve rasulüdür.

Asrımızda en çok konuşulup, tartışılan konulardan biride tekfir meselesidir. Tekfir dinin şer’i bir hükmüdür. Dünya ve ahiret hükümleri bütünüyle tekfir ahkamı üzerine kurulmuştur. Dünya hayatında dostluk, düşmanlık, kan ve malın haramlığı ya da helalliği, evlilik, miras ve buna benzer birçok konu bütünüyle tekfir ahkamı üzerine kurulmuştur.
Tekfir, ehli kıbleden bir kimseyi işlemiş olduğu bir amel veya söylemiş olduğu söz sebebiyle küfre nispet etmek ve onun kâfir olduğuna inanmaktır.

Allah Subhanehu ve Teala gerek dârul İslam’da gerekse dârul harbte yalnızca  kendi hükmüyle hükmetmeyi üzerimize farz kılmıştır. O’nun Kur-an’da bildirdiği müslüman, kâfir, müşrik ve diğer isimlendirmeleri de bu vasıfları kendisinde bulunduran kimselere vermemiz gerekir. Allah Teala’nın kâfir olarak adlandırdığı bir kimseyi bizimde aynı isimle adlandırmamız ibadetin ta kendisidir. Nasıl ki İslam’ına şahit olduğumuz kimselere müslüman adını veriyorsak, aynı şekilde küfrüne şahit olduğumuz kişilere de kâfir ismini vermeliyiz. Bu tekfircilik değil aksine müslüman olmanın bir gereğidir.

Ümmetin imamlarının hepsi de tekfirin dinin asıllarından bir asıl olduğunu açıkça ifade etmişlerdir. Bugün ise bazı çevreler tekfiri mutlak kaçınılması gereken bir mesele olarak kabul etmektedirler. Oysa ki tekfir, başı sonu belli olmayan, kural ve kaidesi bilinmeyen sıradan bir mesele değil aksine dayanağı Allah ve Rasulü olan dinin diğer hükümleri gibi bir hükümdür. Burada önemli olan kâfir ismini verdiğimiz kimsenin kendi inanç ve yöntemlerimizle değil, şer’i yollarla küfre düştüğünün ispatlanmasıdır. Bu ispat edildikten sonra ona o ismi vermek artık şer’i bir vecibedir.
İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle demiştir: “Tekfir şer’i bir hükümdür ve ancak şer’i delillerle sabit olur.” [1]

Kur-an’ı Kerim’de Rabbimiz bizlere haniflerin imamı İbrahim (aleyhisselam)’dan haber vererek onun tekfiri hak eden kavmine karşı takınmış olduğu tavrı şöyle beyan etmektedir. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Gerçekten İbrahim’de ve beraberindeki mü’minlerde sizin için çok güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine ‘Biz hem sizden hem de Allah’ın dışında ibadet ettiğiniz şeylerden uzağız. Biz sizi reddettik (tekfir ettik). Bir olan Allah’a iman edinceye kadar bizimle sizin aranızda ebedi bir düşmanlık ve kin belirmiştir’ demişlerdi.” (Mumtehine, 60/4)

Dikkat edilirse Allah Teala’nın bize örnek verdiği kimseler ilk önce şirk ehlinden, ondan sonra da onların bâtıl ilahlarından beri olmuşlardır. Bugün ise bazı kimseler “Biz de şirke buğz ediyoruz. Yeryüzünde şirkin kalkmasını istiyoruz ama şirk işleyenlere buğz etmiyoruz” diyerek şu gerçeği gözden kaçırıyorlar. Şirk, şirki işleyen ile var olur. Yani müşrik olmasa şirk olmaz.
İbn Kayyım (rahimehullah) şöyle demiştir: “Sen sevgilinin düşmanlarını mı seviyorsun? Bununla beraber bir de ona sevgi mi iddia ediyorsun? Bunun imkânı yoktur. Aynı şekilde sevdiklerine mi düşmanlık yapıyorsun? Senin sevgin nerede kaldı, ey şeytanın kardeşi!”[2]

Allah sana rahmet etsin ya şeyh. Nasıl da Allah’ı sevdiğini iddia etmesine rağmen, onun düşmanı ve şirki işleyenler olan müşriklere buğz etmeyenleri ve onlardan beri olmayanları şeytanın kardeşi ilan etti. Ey okuyucu bil ki! Ne akıl ne şeriat bundan başkasını kabul etmez. İslam, şirkten ve şirkin ehlinden beri olmak, onlara buğz etmek ve onları tekfir etmektir.

Allah Subhanehu ve Teala Nebisine bizzat Mekke müşriklerine “Ey Kureyşliler! Ey Mekkeliler!” şeklinde değil bizzat “Ey Kafirler” diye hitap etmesini emretmiştir. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:
“De ki: Ey Kâfirler!” (Kâfirûn, 109/1)

Buradaki emir sadece Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e gelmemiştir. Ayeti kerime de belli bir zümreden ya da şahıstan bahsedilse de hüküm yalnızca bahsi geçenler hakkında değil tüm ümmet için geçerlidir. Bundan dolayı kâfirleri tekfir etmek dinin emirlerinden bir emirdir.

Hamid b. Atik (rahimehullah) şöyle demiştir: “Allah, Rasulüne kâfirlere şöyle demesini emretti; ‘Ben sizin üzerinde olduğunuz dinden beriyim. Benim üzerinde olduğum dinden ise siz berisiniz.’ Burada murad onların küfür üzerinde olduğunu açıklamaktır. Şüphesiz o, onlardan ve onların dininden zaten beriydi. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’e tâbi olanların da bu sözü söylemeleri gerekir. Dinini ancak bunun ile izhar etmiş olurlar. Bunun için, sahabe bunu öğrendiği ve müşrikler onlara eza ettikleri zaman, Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara Habeşistan’a hicreti emretti. Eğer müşrikler hakkında susmanın ruhsatı olsa idi onlara yabancı bir beldeye hicret etmelerini emretmezdi.” [3]

Abdulkerim Zeydan şöyle demiştir: “Allah’ın nebisine olan hitabında asıl olan ümmetinin de bu hitaba dahil olmasıdır. İstisna yapılan durumlar dışında bu böyledir.” [4]

Her kim müşrikler ile müslümanları birbirinden ayırt etmez ise müslüman olamaz. Müşrikleri dost edinmiş, tevhidini bozmuştur. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:
“Biz müslümanlar ile mücrimleri bir mi tutarız? Ne oluyor size, nasıl hükmediyorsunuz?” (Kalem, 68/35-36)

Kadı İyad el-Endülüsi şöyle demiştir: “Bunun için her kim İslam milletinin dışında başka bir dini din edineni tekfir etmezse ya da başka milletlerden olanları tekfir etmezse, onlar hakkında dursaksarsa, onların görüşlerini doğrularsa, bununla beraber İslam’ı ve onun itikadını izhar etse dahi İslam’ın dışındaki bütün bâtıl görüşlerin iptal olduğuna itikat etmediği müddetçe, o da onlar gibi kâfirdir.” [5]

Tekfir, her asır ve zamanda salihlerin yoludur. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:
“Kendisiyle konuştuğu arkadaşı ona: Seni topraktan, sonra nutfeden yaratanı, sonunda da seni insan kılığına koyana kâfir mi oldun? İşte O, benim Rabbim olan Allah’tır. Rabbime kimseyi ortak koşmam.” (Kehf, 18/37-38)

Bu kişi arkadaşına küfür olan sözlerden birini söylemesi üzerine arkadaşı hemen ona “Seni insan kılığına koyana kâfir mi oldun” diyerek, onun bu sözü ile küfre girdiğini belirtmiştir.
Ebu Bekir’in İslam oluşu hakkındaki rivayetler de tekfirin Nebilerin yolu olduğunu gösterir. İslam’a gireceği zaman Ebu Bekir dedi ki:“Ey Muhammed! Kureyş hakkında söylediklerin doğru mu? Sen ilahlarımızı terk etmişsin. Bizleri akılsızlık ile itham etmişsin. Babalarımızı da tekfir ediyormuşsun?”
Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) dedi ki: “Tabii ki. Ben Allah’ın rasulüyüm. Ben onun risaletini ulaştırıyorum. Ey Ebu Bekir! Ben seni, Allah’ı birleyerek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaya çağırıyorum. O’nun taati üzere dostluğa çağırıyorum.” Daha sonra Kur-an okudu ve o da müslüman oldu.” [6]

Yeryüzündeki en büyük fesat, kâfirleri ve müşrikleri dostlar edinmektir. Ve onlara yapılacak en büyük dostluk, onları müslümanlar kabul etmektir. Şüphesiz her kim müşrikleri tekfir etmez ya da küfürlerinde şüphe ederse ya da mezheplerini doğrularsa icma ile kâfir olur.
İmam Nevevi (rahimheullah) şöyle demiştir: “Kim, İslam dininden başka dinlere mensup olan kimseleri tekfir etmez veya onları tekfir etme hususunda şüpheye kapılır ya da onların yollarının doğru olduğunu kabul ederse, müslüman olduğunu ortaya koysa veya İslam inancını kabul ettiğini söylese dahi yine de kâfir olur.” [7]

Muhammed b. Abdulvahhab (rahimehullah) şöyle demiştir: “Allah’ın İslam ile nimetlendirdiği mü’min! La ilahe illallah’ın manasını bildin. Sende bilirsin ki bunu diyen hak olamaz. Şöyle ki; ‘Ben şirki terk ediyorum ama müşriklere itiraz etmem, onlar hakkında bir şey söylemem.’ İşte bu sözlerle sende bilirsin ki insan İslam’a girmiş olmaz. Bilakis kesinlikle onlara buğz etmesi, onları sevenlere buğz etmesi, onlara sövmesi, onlara düşmanlık yapması gerekir. İşte bu baban İbrahim’in yoludur…
Eğer biri; ‘Ben Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’e tâbi oldum. Ancak Lat’a ve Uzza’ya ve Ebu Cehil’e itiraz etmem ve onlardan banane’ derse İslam’ı sahih olmaz.” [8]

İman her hak sahibine hakettiği hükmü vermeyi gerektirir. Küfrü sabit olan bir kimseyi tekfir etmek de imanın bir gereğidir.
Ve alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.

DİPNOTLAR
[1] (Mecmûu’l Fetâvâ: 17/78)
[2] (Kafiyetuş Şafiîye li İbn Kayyım: 182)
[3] (Sebiylun Necat Minel Murteddiyn ve’l Etrak: 67)
[4] (Usulud Davet: 308)
[5] (Şifa Li Kadı İyad: 2/286)
[6] (Siyretu İbn Kesir: 1/433 ; Siyretu’l Halebiyye: 1/444)
[7] (Ravdatu’t-Talibîn: 10/70)
[8] (Mecmuatul Fetava ver Resailul Ecvibe: 126)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder