Bismillah..
قَالَ يَا هَارُونُ مَا مَنَعَكَ إِذْ رَأَيْتَهُمْ ضَلُّوا
“ Musa dedi ki: Ey Harun, onları dalalete düştüklerinde sen engelleyen neydi?
أَلَّا تَتَّبِعَنِ أَفَعَصَيْتَ أَمْرِيَ
“Yoksa EMRİME uymak istemeyip İSYAN mı ettin?”
Bana “ittiba” etmiyor musun?
Rasul’e, (sallallahu aleyhi ve sellem) yani kendisine ”vahy” indirilene “uyma”nın vücubuna delalet.
“Emrim”e isyan mı ettin? Sorusu, Rasul’ün (sallallahu aleyhi ve sellem) “emr”ine “isyan” edilmemesi gerektiğini gösteriyor.
Öyleyse Rasul ve nebi; ümmetine ve ashabına bir şeyi emrettiğinde itaat etmek ibadettendir, etmemek isyandır. Rasul’e isyan Allah’a isyandır.
قَالَ يَا ابْنَ أُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِي وَلَا بِرَأْسِيَ إِنِّي خَشِيتُ أَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِي
(Harun) dedi ki: Ey anamın oğlu! Sakalımı ve başımı tutma. Ben; senin İsrailoğulları’nın arasını açtın ve sözümü koruyup gözetmedin demenden korktum”
Harun, Tûr’dan döndükten sonra Samirî’nin İsrailoğullarını saptırdığını görünce, Harun’a kızar ve başından tutup başından tutup çeker.
Burada Harun önemli bir hususa işaret ediyor; o da Musa’nın bir rasul olarak sözünün ”murakebe” edilmesi gerektiği onun sözünü tutmamasının bir hata ve de kınanma sebebi olacağını belirtmiş oluyor.
Bu bildiğimiz kadarıyla iki emri içeriyordu: Birisi, İsraioğulları’nı gözetmesini, diğeri de Onlara Din’den olanı yapmaları konusunda gözetleyici olmasını.
Musa’nın “benim emrime isyan mı ettin” sorusu, “emr”in itaat edilmesi gerektiğine delalettir. Arapça bilenler ve Usûl ilimlerinde haberi olanlar” emr”in” derecelerini bilir.
“..Ben; senin İsrailoğulları’nın arasını açtın ve sözümü koruyup gözetmedin demenden korktum”
Ayette: ترقب fiili geçiyor.
وَاتَّقُواْ اللَّهَ الَّذِي تَسَاءَلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
“..Ben; senin İsrailoğulları’nın arasını açtın ve sözümü koruyup gözetmedin demenden korktum”
Öyleyse, Allah’ın Rasulü’nün de (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünneti’nin korumak ve kollamak Harun’nun koruması ve kollaması gibi bizlere vacibdir.
Musa’nın Harun’u kınayacağını Harun bilmeseydi, Musa’ya böyle demezdi, Demek ki; Musa’nın sözü velev ki orada maslahatla ilgili de olsa tutulması gereken bir sözdü veya emirdi.
Nisa suresi 1. Ayetinin sonda; “..Öyleyse kendisinin adıyla birbirinden bir şeyler talep ettiğiniz Allah’tan ve aranızdaki sıla-i rahim hususunda sakının. Gerçek o ki; Allah sizin üzerinizde bir Rakîb’dir”
Yani siz murakabe etmekte gözetmekte, gözlemekte ve kontrol etmekte ve nasıl yapacağınıza bakmaktadır.
Şimdi “gözetilen, kollanan ve korunan” birşeyin değersiz bir şey olmayacağını hepimiz idrak ederiz. Bu da o şeyin Allah katında bir değeri olduğunu bize göstermektedir.
إِنِّي خَشِيتُ أَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِي
Ayette Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) sözüne itaat etmemenin isyan olduğunu söyleyen Allah’tır. Tıpkı Nisa suresi 14. Ve Ahzab suresi 36. ayet-i kerimelerinde olduğu gibi.
وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُهِينٌ
“..Kim de Allah’a ve Rasulü’ne İSYAN eder ce hududunu aşarsa, onu ölümsüz olarak kalması için cehenneme koyar ve onun için orada alçaltıcı bir azap vardır” (Nisa:14)
Nisa 14. ayette” Rasul’e” (sallallahu aleyhi ve sellem) isyan Allah’a isyan ile birlikte zikrediliyor ve cezası Allah’a isyandan ayrı değil birlikte zikrediliyor. Dinde olmayan ve Allah’ın emrinden olmayan bir şey için Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) itaat edilmesi
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلالا مُبِينًا
Ahzab suresi 36. Ayette geçen; “..Allah ve Rasulü bir” emr’i, yapılmasını kesin hükm edince” ibaresi; tıpkı Musa’nın “yoksa emr’ime isyan mı ettin?” sözündeki manaya işarettir ve Müslümanların, Allah’ın ve Rasulü’nün bir “emr”i buyurduğunda; onlara mutlak olarak bu “emr”e uymalarıı gerektiği ortaya çıkar. Uyulmaması halinde yani ayette; “kim ki Allah’a ve Rasulü’ne isyan ederse, apaçık bir dalalete düşmüştür” sözüyle de biz Rasul’ün emrine itaat edilmeyip isyan edilmesinin dalalete düşmek olduğunu ve cehennemde (Nisa:14) ölümsüz kalmak suretiyle ebedî bir azaba sebep olacağını Kur’an’da öğreniyoruz.
Harun dünyalık ve insanlar arası ilişkiler konusunda İsrailoğulları’ndan sorumlu olduğu gibi aynı zamanda o vakitte mükelllef oldukları ibadetleri de yapmaları konusunda kavmine karşı sorumludur. Zira Kur’an bize onların Mısır’da evlerini kıble edindiklerini söylemektedir. Bu da “namaza” delalet ediyor.
Yunus suresi 87. Ayette buyurulduğu gibi.
وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى وَأَخِيهِ أَنْ تَبَوَّآ لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ
Allah hiç kimseyi kendisine orta koşmamayı emrettikten sonra; Sünnet inkârcısı kâfirlerin ve zındıkların dedikleri gibi acaba “Allah’a ve Rasule itaat edin” emrinin Sünneti de içerdiğini söylediğimizde; Allah’a şirk mi koşuyoruz, yoksa uyulmadığında mı Allah’a şirk koşmuş ve apaçık bir dalalette oluruz sorusuna cevap olsun diye bu birkaç satırı yazdık.
Rasul’e (sallallahu aleyhi ve sellem) emrinde itaat O’nun Allah’ın izniyle “en yüce ahlak üzere” olması ve Allah’ın kitabını bize sözleriyle ve fiilleriyle ev ahlakıyla tefsiri eve beyan eden nebi olmasındandır. Zira Kur’an’ın emriyle bu, O’nun görevidir, yani Risalet’e dâhil olan bir mükellefiyeti ve sorumluluğudur. Allah Rasulü’nü (sallallahu aleyhi ve sellem) sorumlu kıldığında (Kur’an ve Sünnet)inde O’nu koruyucudur.
Rasul’ün (sallallahu aleyhi ve sellem) açıklamaları ve tefsirleri, O’nun aklı, ahlakı, sözleri ve Davranışları, verdiği hükümler-dinde uyulması vacib olan- korunmasa idi, acaba Kur’an’ın korunması nasıl olacaktı? Kur’an’ı anlayamayan ve hâşâ onu tefsir ve tebyin etme hakkı ve yetkisi ve melekesi, ilmi ve fıkhı olmayan bir Rasul; -ki aslında bu Nübüvvete dâhil an bir meseledir- Sünnet’inin DİN’den olmamasına rağmen ya da Sünnet’inin Kur’an’la birlikte “vahy”in açıklaması ve onun tefsiri olduğunu bilmemesi veya olmadığı halde, buna Din’denmiş gibi bizden itaat etmemizi istemesi, O’nun “en yüce ahlak üzere” ve korunmuş bir rasul olmasıyla bağdaşır mı?
Rasul’ün böyle Kur’anî bir gerçeği (!) bizden saklaması mümkün mü? Üstelik bunun aksi güneş gibi sabit ve Ümmetin bütün alimleri, O’nun sünnetiyle amelin de Din’den olduğunda icma etmişlerdir.
Kur’an’ın korunması; Rasul’ün (sallallahu aleyhi ve sellem) (akıl, nefs, ahlak, ilim, hikmet ve Kur’an’ı beyan cihetiyle) Allah’ın ona bahşettiği “ismet” sıfatının korunmasına bağlıdır.
Eğer; O’nun ahlakı “en yüce bir ahlak” ise; O’nun sözleri, davranışları, sevgisi, nefreti, emri, nehyi, siyreti, verdiği hükümler, anlattığı kıssalar ve verdiği meselleri neyle tartacağız ve adını Kur’an’a göre ne koyacağız?
Sözleri (hadisleri) Sünneti (bütün amelleri, Din ve dünya ile ilgili olanlar) ne kadar Kur’an’dan olup olmadığını bilmeyen bir Rasul’e ümmeti bildiği halde, Allah’ın bunu onun bilmemesine rağmen, O’nun Rasul ve Nebi olarak gönderdiğini kimse söyleyebilir mi?
Buna göre, eğer Sünneti Din’den olmasa idi, bunu öncelikle kendisi beyan eder ve bu beyan da aynen bize Kur’an’ın ulaştığı gibi ulaşırdı.
Hayır diyorsanız, Kur’an’ın ağızdan ağıza bize sahabe yoluyla ulaştırıldığını da inkâr etmelisiniz ya da hadislerin hepsinin sıhhatinde şek ettiğiniz gibi, bunda da şek etmeniz gerekir. Bu da çıkmaz bir yol ve Kur’an’ı esastan inkâr etmektir.
Kur’an’ı bilen ve onun ilminde ve hikmetlerinde ve dilinde ve dilinin delaletlerine anlayanlar için bu soruyu sormamız bir zaiddir.
Rasul’ün (sallallahu aleyhi ve sellem) korunmuşluğunu gözden kaçıran Hadis ve Sünnet inkârcısı mürtedler; Müslüman gençleri bâtıl ve şeytanî tartışmalarıyla Kur’an’ın bu hakikatlerinden uzak tutuyorlar, bunun için de gençlerin önemli bir kesimi Kur’an’ı fıkh edemiyor onun hikmetlerini hükümlerini ve hükme delalet yollarını ve vesilelerin bilemiyor.
MEHMET EMİN AKIN 09.09.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder